30 Ekim 2012 Salı

Boşluktan doğar aşk

Allah en cüzî, en süflî sebebin eline en küllî, ulvî neticeyi takar ki kendi görünsün.
Kuru çubuktan sarkan sulu üzüm tanelerini nazarımıza veriyor Üstad Bediüzzaman.
İnsan da öyle diye düşünmeden edemiyorum kuru bir çubuktaki üzüm taneleri gibi.

Allah insanı, halifesini, isimlerinin tümünü emanet ettiği, ruhundan üflediği varlığı, unsurların en süflisi olan topraktan yaratmadı mı? En yüksek gayeyi en düşük sebebe bağlamadı mı? En uzak varlık mertebesini halifelik makamı kılmadı mı?

İnsanın bir talebi var, aslında insanın çok talebi var, belki bir vecihten bir de, çok da, bir.
İnsan aciz ama kudreti talep ediyor, fakir ama zenginliği, hiç bir şeye muhtaç olmamayı, istiğnayı istiyor, yalnız ama yalnız kalmaktan haz etmiyor, zelil ama aziz ve şerefli olmayı düşlüyor. İnsan hep olanla olmasını istediği arasında bir boşluğa yöneliyor. Allah bu boşluktan tecelli ediyor.

Hak boşlukta görünür. Tıpkı ışığın boşlukta yayılması gibi nasılını bilemediğimiz bir biçimde müşahede ederiz Onu. Tam da varoluşçuların varoluşsal boşluk duygusu dedikleri yerde zuhur eder, ah bilseler ne kıymetli bir şey bulduklarını, Allah oradan tam da o boşluktan konuşur insana.

Kabenin içi boştur, camilerin içinin boş olması istenir, mihrapta bir boşluğa yöneliriz, içimizde hep bir boşluk hissederiz, kalbimizin dışını eşya ile temas ettirsek de içini boş tutmamız istenir, batın-ı kalp ayine-i sameddir, ona gayr girmemelidir. Peygamberlerin velilerin çöllere çıkışı böyle telakki edilmelidir. Ellerimizi boş iken açarız, bomboş diye gösteririz.

Aşk bu boşluğa yönelişimizdir. Bir sesleniştir hiçbir yankının duyulmayacağını bildiğimiz bir ıssız vadiye, gecenin derinliğine bırakılan bir fısıltı, okyanusa bırakılan boş bir cam şişede bir mektup, kayboldum, bul beni.

Hak çağrıya icabet eder, çöle iner, okyanusta bizi bulur, gece soğuk ve boş odamıza gelir, nur olur mescidimize iner, yüzümüze değer, kalbimize dolar, sıcacık olur değdiği dolduğu her yer. Boşlukta görünür bize, esfel-i safilin ile ala-i illiyin arasındaki boşlukta yürürüz durmadan, kah aşağı kah yukarı, kah yitik, kah vecd içinde, hep Ona kavuşacağız diye. Aslında boşlukta kimse ilerleyemez, adımlarımız vehmidir, adımlarımız duadır, adımlarımız aşkın ta kendisidir. Böyle bakarsanız aşk bir his değil bir eylemdir. Edip de eyleyememe halinin eylemi belki.

Bu yüzden aşk insanı eyleme geçirir, aşık yerinde duramaz, sevgilisini arar durur, bir yerde oturup kalamaz, uyuyamaz, gayr ile konuşamaz, ne yapsa da Onu görse, hangi pencerelerde arasa bulsa, hangi perdeyi gözlese, kimden Ona dair bir haber alsa, ne yapsa da memnun etse, kendini beğendirse, ne yapsa da gülümsetse.

Aşık sevgilisinin boyasına bulanır, Ondan uzaktır, kendini Ona benzeyerek, kendinde Onu görerek avutur. O ne sever, O ne suret giyer, O ne söyler, O neyi dinler, O hangi davetlere icabet eder, Onu nerede bulma imkanı vardır, O kiminle arkadaşlık eder, Onun yakınları kimlerdir, hangi konular Onu cezbeder, hangi kokuyu sever. Onu söyler, Onu hatırlatır, zaten işi gücü Odur.

Aşık boşluğa, kendine seslenen adamdır,kendindeki boşluğu, durduğu yerle varmak istediği yeri tarif eden, hatta bağıra bağıra ilan eden adamdır. Boşluk ne kadar büyükse, uzaklık ne kadar fazlaysa o kadar büyüktür aşk. Ancak Allah bizim umutsuzluğa düşecek kadar uzakta kalmamızı istemez, belli değil mi ne zaman umudu yitirsek gelir ve gözümüzde büyüyen uçurumları bitiştirir, dağları düzleştirir yolları adımlarımızı hevesle atalım hatta koşalım diye güzelleştirir, yanımıza bize yanımızda olduğunu hissettirecek dost suretler bitirir.

Ne zaman içimizde bir boşluk hissetsek bilelim, bekleyelim, Hak bize o boşluktan gözükecek.

Mona İslam