19 Haziran 2013 Çarşamba

Sende sevdiğim Hak’tır…

Hakikat sâlikleri ile hikmet sevdâlıları ile beraberim yine, geri geldim, evime, dershaneme, mescidime. Bu bir vahidiyyet sağnağı. Tek tek yüzlere bakmıyorum, tek tek sesleri dinlemiyorum, içeride bir geniş desen var, geride fonda bir ortak tını, melodi, hepsini birer enstürman gibi duyuyorum, birbiri içinde, kimi zaman eş sesli, aynı anda tınlayan, kimi zaman biri solo yapan enstürmanlar, ve şefi görüyorum, O’nu, Hakk’ı. Hikmet sevdalılarını konuşturan, kulaklarından gönüllerine akan, akıllarını işlettiren, gözlerini ışıldatan, büyük bir hararetle, dünyada iken dünya dışına çıkan bir umarsızlıkla, sadece hakikati önemseyen insanlar, benim arkadaşlarım, O’nun kulları, O topyekün hepsi… Hepsi O’nun tecellisi. Her biri O’nun farklı bir vechesi… Yüzümü nereye çevirsem O’nu görüyorum.  Sen Hakîm’sin…

Şükür ki onlar da beni özlemişler. Sevmek ve sevilmek Hak için burada. Bende seni seven  Hak’tır, sende sevdiğim Hak’tır. Tek tek ve topyekün, her ehad tecellisine ve her vahid tecellisine söylüyorum tüm kalbimle. Seni özledim, sendeki tecelliyi özledim, seni yeniden gördüğüme sevindim, yine doldum, yine taştım, kabım küçük, bana muhabbetinden bir cilve, dudaklarından bir tebessüm  yetiyor da artıyor. Sen gözlerime bak, hatta gözünün önünden beni hiç ayırma. Sen yine bak bana, her çift gözde bir daha ve bir daha. Çünkü ben tüm gözlere senin gözlerin diye bakıyorum. Kalp toprağı çatlıyor, içinden bir göze gözyaşım fışkırıyor. Gözyaşımı silen Sensin.  Biliyorum Sen Vedud’sun…

Tecellilerini görürdüm her yerde. Her ağaçta, her yaprakta, gökteki  ayda, gülümseyen güneşte, çocukların busesinde. Peçeni bir an kaldırdın. Bir cilve yolladın, ani, defi, bir putun önde diz çöktüm. Aydınlığın kör etti, güzelliğin sarhoş. Tek bir şeyde, her şeyi gördüm. Hayretimden zaman durdu.An’da takıldım kaldım, O’nda kaldım. Tur gibi parça parça oldu tüm latifelerim. Vahdeti yitirdim, kesrete düştüm.  Gündüzünün aydınlığında bir puta kurban ettim alemi, kendimi. Tek tek kestim sunakta tüm sevdiklerimi. Senin için, bir cilven için. Bulduğum Sen’de kalmak için. O Sen’din. Ya da ben onu Sen sandım.  Aynanda lekeli, zatında kusursuzdun. Bir kahkaha saldım havaya, İshak müjdesi alan kocamış Sâre gibi. Sen Cemîl’din. Ummadık yerde karşıma çıkardın. Hep güzel sürprizler yapardın… 

 Karanlığa düştüm. Hiçbir şey yok. Ben de yokum. Melekler de yok. Ses yok, cisim yok, nefes yok. Yok yok içinde, Sen varsın. Varlık Sensin. Yoku var kılansın. İçimde Sen varsın.Her melekemi öldüren ve dirilten Sen’sin. Kalbim iki parmağının arasında titriyor heybetinden, haşyetinden. Celalinde vakfedeyim.  Hissediyorum.  İçimi ısıtıyor ateşin, Musa’nın ateşinden bir kor bu, bir cezve, bir tutam. Ateşinle yürüyorum. Dudaklarımda zikrin “Bismillahi mecraha ve mürsaha”. Tüm menziller, tüm duraklar, tüm varışlar, tüm yollar Senin. Kıblemsin, rotamsın, dümenimsin.Elimi sımsıkı tutan, ellerini sımsıkı tuttuğum Sen’sin. Kaybolduğunda her şey, Sen benimsin. Gecenin tenzihine çağırdın beni, Nuh’u çağırışın gibi, Sen’den başkaları gaib oldular, zulmâni ve nurâni tüm perdeler, gayrı yoklar. Yoklar içinde Sen varsın. Sen Vücud’sun. Bak şimdi Sana dokundum. Celalinle oturdum, celaline vuruldum. Korktum, ama kaldım, Sen’den Sana sığındım. Vuslatım Sen’sin,  cebretsen de hiçbir yere gitmiyorum. Yokluklara da karışsam Senle kalacağım…Bildim Cebbar Sensin….

Orda mısın burada mı? Bende misin onda mı? Ferdde mi toplulukta mı? Denizde mi damlada mı? Birde çoku, çokta biri gördüm, nutkum tutuldu. Kırık kadehte hayat şerbeti Sen’din. Kadeh ben, hayat Sen. Gördüğüm mükemmel Sen’din. Kusurlu ise içine dolduğun kap. Önce kaba sonra Sana baktım. Aldandım, sarsıldım, ayıldım. Hakir toprağımda filizlenen Sen’din. Ev sahibim, misafirim Sen’din. Sen ne oradaydın ne burada, hem oradaydın hem burada. Teşbihin dalgalarında bir o yana bir bu yana salındım. Sen Subbuh’tun. Bildim. Sen başkaydın. Kimseye benzemezdin. Ben hep Seni, yalnız Seni, her şeyde Seni, tekrar tekrar Seni sevdim…

İşte uzakta gümüşi bir ışık topu.  Katrenin vuslatı ay gibi. Uzaktan ışıl ışıl yakından boş ve hâli, ıssız ve soğuk. Ariflerin bildim sanıp bilmediği, aşıkların kovalayıp bulamadığı. Yakalanıp tutulamayan güzel pırıltı. Geceden gündüze çıkma yolu. Menzilim, kurtuluşum. Yürüyeyim ama nasıl? Ne ayağım var, ne kolum. İyi ki Sen varsın. Hem ayağım hem kolum. Dudaklarımdan dökülen Sen’sin. Hayallerimde beliren, rüyalarımda seslenensin. Nasıl her yönden gelir sesin, aynı anda nasıl hem bendesin, hem benimsin, hem içimdesin? Ben Sen değilim ama Sen bensin. Burası akılların Sidre’si. Haddi. Meleklerin son durağı. Ama aşıkların haddi yok ki!  Bu bilme başka bir bilme. Bu tereddütsüz bir kabul. “Yanmayan bilmez” sırrının açılışı. Yanmayı göze alanların yükseldiği mekansız mekan. Aydan güneşe yol alış. Mukaddimesi körlük olan aydınlanış. Bilmediğini bilmekle bilmek. Sevenin ben değil Sen olduğunu bilmekle sevmek. Artık tecellilerinde değil Zatında konuşan Sen’sin. Sen Mütekellimsin. Kelamına meftunum, susma, susarsan yok olurum. Bir selam ver, sonsuz yankılansın içimde merhaban. Sen ve senin sıcacık merhaban. Kalbini bir mendilde sunar gibi gülümseyişin. Katına buyur edişin. Randevularına hep gelişin. Hiç bekletmeyişin. Tahiyyelerim, senalarım, coşkularım, taşkınlıklarım, akışlarım hep Sana…

Burası neresi, semada bir yer. Etraf ne kadar da güzel. Elle tutulur ne var burada, gözle görülür, beş duyuya hitap eder ne var… Hiçbir şey. Sadece güzellik, soyut ve pürüzsüz bir güzellik. Bir koku, insanın başını döndüren bir koku var. İki melek görüyorum, ortamda müşahhas tek şey onlar. Ben konuşuyorum, onlar gülümsüyorlar. Onlar insan dilini konuşmuyorlar. “Burası nasıl bir yer böyle, nedir bu güzellik, bunun kelimeleri var mı ki anlatılsın”. Gülümsüyorlar. “Kelimeler senin işin bizim değil” der gibiler. Ben onlara onlar bana dikkatle bakıyorlar, ben onlarda onlar bende O’nu görüyorlar. Kokladığınızda sizi koklayan çiçekler gibi melekler. Her davranışınıza uygun bir karşılık veriyorlar. Kendi dillerinde, hal dilinde…

 “Buraya gelen bir daha dünyaya döner mi hiç?” diyorum. “Dünyaya gitmek bir tedenni, bir mertebe düşüşü, kim ister arza insin bir daha?” Gülümsüyorlar yine, anlıyorum bu melek düşüncesi. Oysa ben insanım, insan gibi düşünmeliyim, yeryüzü benim evim, ben ona aidim, onun toprağı, onun mahlukatı dostlarım. “İşim var değil mi daha, vazifem bitmedi, ben halifeyim, kulum, kulun toprağa yakın olması gerek” diyorum. “Çünkü secde sadece toprağa yapılır”. Beni geri döndürüyorlar. Toprağa, cismime, arza. Vazife başına, sıkıntı ve meşakkate. Ben de biliyorum, onlar da, Allah toprağa yakın, kalbe, arza, bana, secde mahalline koyduğum tüm varlığıma. Hiçi sunuyorum Ona hediye diye, beni. Beni alıyor  Sen’i veriyor bana.  Yukarılara çıkmaya hacet yok, O burada. Güzellik de O’nun bulunduğu yerde. Ne yerde ne gökte. Rahman’ın sinesinde…

O’nu varlığı arkada bırakarak değil, varlığın içinde görmek gerek. O her tecellide kendini fâş eden Güzel. Perde ardından elini uzatan Sevgili. Arzda ve bende, toprağın ta kendisinde, en çok sırrını ifşa eden Sır. Âlemde görünen O, bende bilinen O. Âleme hürmet O’nun hatırına, her zayıf mahlukta mükafatlandırır gibi kudretini izhar eden O. O kulunu karanlıklardan aydınlığa çıkaran, teşbihin dalgalarından tenzihin sahiline bırakan. O Veli. Bildim. O tüm dost yüzlerdeki Dostum. Anladım…

Her yükselişte bir mirac, bir kurbiyyet çabası, bir yanma bitme, kül olma. Her yeryüzüne indirilişte bir yeniden yaratım, diriliş, bir yeni ruh üfleme. “Ben buradayım, artık Sen gel! ” derim Nuh gibi. Özlemle çağrımı salıyorum bir posta güvercini  gibi.  Tüm pencerelerim açık. Aramızda hiç perde yok.Tüm seslenişlerim Sana.  Tüm tenzillerin bir akrebiyyet lütfu, bir Nur kılma. Bildim Sen göz kamaştıran bir Nur’sun. Sen’sin “ Benim ben, senin RABBİN!” diyen. Herkesten çok bilinen. Herkesin anlattığı, herkesin işaret ettiği, herkesten kendini izhar eden Hak. Sen kâh  gökyüzüne, kâh  cep telefonuma, kâh  evin karşısındaki duvara, kâh bir adamın gülen yüzüne, iri puntolarla, kendine has el yazınla “Seni seviyorum” yazan. Her dilde, her seste, her nefeste sevginin, müjdenin  rüzgârlarını gönderen. Rasulüne “Rahman’ın nefesi Yemen’den geliyor” dedirten…

Güney rüzgârı hala sıcak esiyor buralarda, portakallar yine küçük birer güneş gibi bitiverdiler, Rahman’ın nefesi hâlâ  yüzümü ısıtıyor. Hayat tüm hücrelerime nüfuz ediyor. O Hayy, görüyorum…
Hayat Senin, hayatım Senin, ben de Seninim, dersimi  aldım, anladım, sonunda idrak ettim…
Rabbim öğreten, vazgeçmeyen, küsmeyen, yardım eden, affeden Sen’sin…

Gördüm, Okudum, İşittim, Dinledim,Bildim…


Mona İSLAM