Nehirler İçimizden Aksın, Durmasın Sana Varsın!
Müminlerin cennetlerini anlatan ayetler ne güzeldir, okuyuşu
bile bir lezzet hasıl eder. O cennetlere dahil olanlar için çok şeyler vaat
edilir. Şüphesiz Allah vaadinde sadıktır. O cennet ehlinin meziyetleri bir bir
sayılır. Şüphesiz O övenlerin en güzelidir.
O sonsuz bahçenin varislerinin en başta gelen özellikleri
“Rabbi zikretmedeki iştiyaklarıdır”. Öyle ki Rabbimiz kalplerimizdeki bu arzuya
ve aşka bakarak çok derinden bildiğimiz bir şeyi bize haber verircesine “Ela
zikrullahi tatmainnul kulub” (Allah’ın zikri kalpleri tatmin etmez mi?)
buyurur.(Rad 28) Bu tıpkı “Elestu birabbikum” suali gibi Arapça gramer
açısından kendi olumsuz fakat cevabı olumlu sorulara bir örnektir. Üstelik
cevap muhakkak surette “Elbette, aksi düşünülemez” anlamında “Bela” olmalıdır.
Öyleyse sualin cevabı bellidir, “elbette Allah’ım senin zikrinle kendimizden
geçiyoruz, tatmin ne demek, aşkla pervane oluyoruz” demek, duyguları anlatmada
aciz kalmak, kulaklarından ateş fışkıracakmış gibi heyecanlanmak ve oturduğu
yerde duramamak, ayağa kalkmak, elini ayağını nereye koyacağını bilememek,
belki sevinçle zıplamak, şaşkın aşık halleri sergilemektir.
Rabb bizi de, bu şaşkın hallerimizi de çok sever. Öyle sever
ki bu zikrin tekrarındaki halavet ve zevk Onda da kendine mahsus bir tarzda
vuku bulur. Kuran’da da okuyup gördüğümüz gibi Rabb da bizden bahsetmeyi, bizi
anmayı çok sever. Kullarını anlata anlata bitiremez. Bu noktada Rabb-i Tealanın
bizi zikri, bir annenin iftihar ettiği evladını, akrabalara, komşulara,
ahpaplara anlatması, övmesi, meziyetlerini sayıp dökmesinden farksızdır. Ve
yine bildirir “fezkuruni ezkürküm” (bakara 152)(anın beni anayım sizi).
İfadenin başındaki “fe” harfine dikkat çekerim, acelecilik, çabukluk, sürat,
sabırsızlık, hemen peşinden geliş, fasılasızlık haber verir bu harf. Rabb bizim
onu anmamıza müştaktır, “ hadi der, ne duruyorsunuz ansanıza beni”. Gidersek
üzülür “fe eyne tezhebun” der (nereye gidiyorsunuz?). Burada da bir “fe”
bulunmaktadır. Bu “fe” ler bana hep “lebbeyk” dedirtir. Bu da acele dönmemizi
istediği, bizim gidişimize bir an bile tahammül etmek istemediği ifadesidir.
Zira nazar- hayretle ona bakan hayranlıkla, aşkla bakmalıdır, ona dalıp onda
serhoş olmalı, onda fena bulmalıdır. Şüphe ve tereddüt, sağa sola bakınış,
Güzeller güzelini bulmuşken ağyar ile oyalanış hayret nazarını ifsad eder. Yine bir başka yerde “kullarım sana beni
sorarlarsa deki…” “fe inni karib” ben onlara çok yakınım”, hemen de aman asla
umutsuzluğa kapılmasınlar, beni çağırsınlar hemen gelirim. Zaten ayet de öyle
devam eder, “ucibu davetid dai” (çağıranın davetine icabet ederim) ne büyük
onur, ne büyük muhabbet.
Bu kadar sevdiği kullarına hayallerinin erişemeyeceği şeyler
hazırlamıştır Rabbimiz. Elbette hepsinin ötesinde her şeyi hiçe indiren vuslatı
vardır. Derler ki, insan ölünce melekler onu alır haline göre cennetten veya
cehennemden bir gömlek giydirir, gök katlarını çıkarmaya başlarlar. Her bir
katta eğer salihlerdense melekler ve ruhaniler onun adını sorarlar, ne güzel bir
koku diye merakla toplanırlar, katlar bir bir çıkılır. Bir yere gelir kul, bu
onun kemalat arşıdır. Burada Rabbine mülaki olacaktır. Melekler geridedirler.
Kul Rabbi ile yalnızdır. Rabb ona bakacak mıdır? Onunla konuşacak mıdır? Şayet
O yüzünüze bakarsa o andan itibaren sizin için “la havfun aleyhim ve la hüm
yahzenun” (onlara korku yoktur mahzun da olmazlar) hükmü geçerli olacaktır.
Rabbin vechi onun ilgisi ve sevgisi demektir, insana Allah’ın vechinden başkası
gerekmez. Ve meleklere sizi alma izni verilir, kutsal bir emaneti taşırlar
artık onlar ve sizi kabrinize götürürler. Size denilir, “Uyu seni en sevdiğin
uyandıracak” şüphesiz müminin en sevdiği Allah’tır. O bilir, zira o hep
Rabbinin vechini aramış, yüzünü nereye dönse Allah’ın yüzünü orada bulmuştur. Sevdiğinin
uyandıracağını bilerek uyunan uyku da görülen rüya da ne hoştur. Kul adeta
Rabbinin rahmetinden müteşekkil koynuna kıvrılır ve yatar. Ölmeden ölmeyi
deneyenler, kat kat göklere tırmanmaya cehd edenler, üzerlerine Muhammedi
kokuyu sürünenler, Rabb ile alem değiştirmeden de mülaki olurlar. Böylesi ne
dünyada, ne berzahta uyurken hiç şüphe etmez ki Sevdiği bir an bile gözünü
ayırmadan Hayy ve Kayyum olarak ona bakmaktadır. Ferahla yatar, alem-i menamda sayısız
alem dolaşır. Her yükselişi, her müşahedesi bir ölüm, her cesede dönüşü de bir
kabir uykusu olur. Göklere bir kez yükselen bir daha iflah olmaz, cesedin
kabına sığamaz, ancak dinlenmek için oraya varır, bedenini varlığa bakan bir
pencere gibi kullanır.
İnsanı kabre defnederken annesinin adı okunur. Bunun çok hoş
bir sebebi vardır. Bu Allah’a o kulun annesini şefaatçi kılmaktır. Rabbimize
deriz “Ya Rabbi bu kulun bir annesi vardı, onu her halükarda severdi, acırdı,
kollardı, korur gözetirdi, şimdi anne rahmine benzer bir yerde yine üç karanlık
içinde aciz, kıvrılmış yatıyor. Sen tüm annelerden merhametlisin, ona merhamet
et.” Şüphesiz bu niyeti bu duayı karşılıksız koyacak biri değildir
Erhamürrahimin. Şüphesiz bağrından bir doğumla çıkacağımızı bildiğimiz
annemizdir toprak.
İnsanlar mahşer meydanında toplanırlar. Herkeste bir merak
ve kaygı vardır. Şefaat etmesine izin verilenler, şefaat ederler. Seven
sevdiğini alır götürür. Herkes kabzasına göre birilerinin elini tutar. Herkes
gözlerinin değdiği yere kadar canı huzura kavuşturmayı diler. Herkes atının
terkisine birilerini atar. Sıra El Vedud’a gelir. O buyurur, “Seven sevdiğini
aldı götürdü, şimdi sıra bende”. Onun rahmet kabzasının dışında kim kalır bilinmez,
benim itikadım öyledir ki O sağ eliyle hiçbir mümini geride bırakmaz. Ömründe
bir kere “Ah Ya Rabb” demiş olanı ah u enin ettirmez. O sonsuz sever. O bizi
sever. Bir kere dahi gönülden “Seni seviyorum Allah’ım” diyeni asla cevapsız
bırakmayacaktır. O Ona hasretimizi bizden ziyade bilir.
Bir müjde verir bize şimdiden mübarek kitapta. Onların der
“altlarından” nehirler akar. İbare şöyledir “min tahtihal enhar”. Ayetin zahiri
manalarının dışında acizane kalbime açılan şudur. Nehir zamandır. Ve biz bu
dünyada bu zaman nehrinin içindeyiz, sürükleniyoruz yahut batıyoruz ama zaman
bize değiyor, biz eskiyoruz, yıpranıyoruz. Oysa cennette Rabbimiz bizi zamanın
üzerine çıkaracak ve zaman nehri artık altımızdan akacak ve biz onu huşu içinde
izlerken onun üzerinde yıpranmadan, eskimeden, yaşlanmadan, fena bulmadan
ayrılmadan baki kalacağız. Evlerimiz, eşlerimiz, dostlarımız, çiçeklerimiz,
elbiselerimiz, meyve ağaçlarımız, meleklerimiz hiç uzaklaşmayacaklar, elimizin
yetişeceği yerde olacaklar. Ayrılık olmayacak, su hiçbir şeyi
uzaklaştıramayacak. Eksiklikler tamamlanacak, varlık kemal bulacak.
Meleklerimizle gireceğiz cennete, yediğimiz elmada,
okuduğumuz kitapta, dinlendiğimiz yatakta, dinlediğimiz melodide, yüzümüzü
ısıtan ve ışıtan güneşte, sevdalandığımız ayda var olan tüm melekler bizimle
gelecekler. Biz imamları olup ardımızdan onları dahil edeceğiz ebedi
mekanımıza. Allah’ın ipine topluca sımsıkı tutunduğumuz ne varsa kim varsa, cem
olacağız. Kimsenin elini bırakmamız gerekmeyecek. Dostumuz olan şehirler ve
onların melekleri, Mekke’nin, Medine’nin, Kudüs’ün, İstanbul’un , Kahire’nin,
Şam’ın, Mostar’ın, Sarayevo’nun, Üsküp’ün, Bağdat’ın meleklerini de davet
edeceğiz. Rabb bizi sevdiklerimizden ayırmayacak. Herkes dünyası kadar
sevdiklerini götürecek beraberinde. Gönlüne doldurdukları kadar kalabalık
olacak cenneti de. Hava limanlarında, terminallerde, otogarlarda, limanlarda,
kavuşanların kucaklaşmalarından daha büyük bir şevkle hiç ayrılmamak üzere
kucaklayacağız sevdiklerimizi, en çok da Rabbimizi….
Ya Rabb, sen aşıkların kusuruna bakmazsın, kalbimin
taşmalarını, kimi zaman haddi aşmalarını, galeyanlarını, incizaplarını,
dönüşlerini, naralarını, susuşlarını, kahkahalarını, neşelerini, gözyaşlarını
affeyle. Sen benim nefsimle kalbim arasındasın, beni kalbimden nefsime bir an
bile meylettirme, meyillerimin tümü sanadır, bu nehrin akışı, taşması, çeri
çöpü, köpüğü, çamuru, ferah suyu sanadır, önüme engel koyma Ya Rabbi. Yol ver
de menzile varayım Ya Vedud…
Mona İSLAM