İnsan Kendine Bakmaya Dayanamaz
İnsanın vehmi onun kuyruğudur.
Hayatın içinde dengeli yürümesini sağlar.
Kuyruğu yok mu insanın?
Vehim de bir var bir yok zaten.
Telefon çalıyor…
Arkadaşım arıyor, açıyorum, ağlıyor, konuşamıyor, eşimin
adını söylüyor birkaç kere şaşırıyorum ‘ne oluyor’ diye, arkadaşım ne diye
ağlayarak eşimin adını söylüyor? Acaba eşime kötü bir şey mi oldu?
“Mona çok fena kaza yaptım, Tarık gelsin!”
Sonra konuşamıyor daha fazla, telefonu başkaları alıyor.
Adres, tarifi,panik…
Kötü bir şey olmuş evet, hemen eşimi arıyorum.
“İki dakika sonra evdeyim” diyor, çıkıyoruz.
Hava yağışlı, yürürken bile kayıyor yollar, fırtına arabayı
sarsıyor, acele etmeye çalışıyoruz bir kaza da biz yapmamaya özen göstererek,
arıyorum tekrar.
Yabancı birileri çıkıyor telefona.
“Hanımefendi şu an konuşacak durumda değil.”
Elim ayağım boşalıyor, niye konuşamıyor çok mu kötü?
Paniğe kapılmamalıyım. Benden
bir şey bekleniyor, kontrollü olan, güçlü olan ben olmalıyım, bir de
benimle uğraşamaz kimse.
“Biz hemen geliyoruz, kendisine söyleyin.”
Çamlıca sırtları. Polis arabaları görüyoruz uzaktan, olay
mahalline geldiğimiz anlaşılıyor. Olay mahalli, ne soğuk bir ifade. Duruyoruz.
Arkadaşım nerde? Arabası nerde?
Polislerin arabasında otururken buluyorum onu. Zangır zangır
titriyor. Şokta, konuşmuyor.
Beni görünce hareketleniyor biraz.
“İfadesini almamız lazım.”
“Biraz sakinleşsin” diyor eşim, ben kızı alıp bizim arabaya
götürüyorum.
Arkadaşımın arabasını görüyorum uzaktan, ıslak ve yokuş zeminde manevra yapamamış, savruluşuna rüzgar
da katkı yapmış, önce bir arabaya, sonra
bir merkezcil kuvvetle fırlayıp bir
ağaca, ve sonra doğalgaz borusunun
olduğu yerden bir bina duvarına çarpmış. Doğalgaz borusu patlamış, arabanın önü
tamamen ezilmiş içe çökmüş, kız ordan zor çıkmış. Herkes kaçışmış, çünkü
doğalgaz açıktaymış ve infilak olabilirmiş.
Kağıt gibi buruşmuş
bir arabadan çıkmasına yardım etmeye korkmuşlar.
Allahım!
Çok korkmuş, konuşamıyor. “Oku bana” diyor sadece, Ayet-el Kürsi,
Felak, Nas… okuyorum.
Bekliyoruz öylece.
“Burdan gitmek istiyorum, gözümün önüne geliyor, kimseyle
konuşmak istemiyorum” diyor.
Polis tekrar geliyor.
“Alkol muayinesi”
İçimden “Başörtülü kadın, ne alkol muayinesi” diye geçiyor,
susuyorum, polis işini yapıyor.
Arkadaşım şaşkın, anlamıyor ilkin. Ne yapması gerektiğini
söylüyorum sakince, sakinleştirmeye çalışarak, sanki ben biliyormuşum gibi.
Bildiğimi varsayıyorum, biliyormuş gibi yapıyorum, vehmediyorum. Şimdi bilen olmam gerekiyor.
Aradan biraz vakit geçiyor, eşi ve erkek kardeşi geliyorlar.
Bir ağlama nöbeti daha…
İnsan ağlayabileceklerinin yanında ağlar.
İnsan dayanabileceklerinin yanında ağlar.
Kimin yanında ağlayabildiğiniz, kime güvendiğiniz
dayandığınız ve kime aciz görünmekten korkmadığınızla ilgilidir. Evet, dönüp
bakınca kendi hayatıma benim için de hep öyle olmuş. Yanında ağladığım insanlar, gerçek benle karşılaşmasından korkmadığım
insanlar. Aciz, kararsız, çaresiz, ne yapacağını bilmeyen Mona’yla.
Yine kaygılanıyor. Vehmin işi yine. Bize yük olduğunu
düşünüyor. “Gecenin bir vakti çıkardım sizi” diyor. Evde bekleyen kızımın
telaşına düşüyor.
“Siz gidin isterseniz.Ben
kimseye yük olmak istemiyorum.”
Hayır, çünkü eşi ve kardeşi de telaşlı. Birilerinin zabıt,
çekici, ifade vs işlerinde polislerle konuşması gerek. Hem insan onu bu halde
nasıl bırakıp gider?
“Ben tutamadım
arabayı Mona, biri tuttu ama, biri durdurdu beni havada savruluşum gözümün
önünden gitmiyor.”
Savrulmak, hayatının kontrolünün elinden çıkması, saniyeler
içinde ne olacağını bilememek, öylece seyretmek, korkuyla…
Olanı anlatmaya başladığına göre daha iyi. Şimdi ne söylemem
gerektiğini bulmalıyım, az önce dışarıdaki kadınlar da öyle söylemişlerdi bana
“Onu sakinleştirecek birşeyler söyleyin”.
Ne söyleyeyim ki, bilmiyorum ki, gerçek bu. Ama bilmeliyim,
bulmalıyım, hikmetli teselli verici
sözler bildiğimi vehmetmeliyim.
“Allah Hafiz” diyorum. “Hem hafaza melekleri var ya, seni
Allah’ın emriyle onlar tutmuştur.”
Bak çıktı işte ağzımdan, çıkınca fark ettim ben de, vehim
böyle zamanlarda işe yarıyor. Bir emniyetin,kudretin ve hikmetin kaynağı gibi
davranmayı vehmediyor insan, böylece o emniyete, kudrete,hikmete tecelligah
olabiliyor. Vehim ayna kılıyor insanı…
Büsbütün değersiz değil yani, vehmederek biliyor kudretin, hikmetin ne olduğunu insan. Yoksa
kendinde hakikatte mevcut değil bunlar.
“Bir daha seninle hiç film seyredemeyecektik” diyor, cız
ediyor içim. Ben seyredebilecek miyim ki bir daha bir film? Şu an ona öyle
geliyor, o ölüme yakın, ben uzak. “Ben de her an ölebilirim” demenin alemi yok
şimdi. Bir an için benim ölüme uzaklığımı vehmedebilirse, tutup onu o panikten
çıkarabilirim.
Bir gün önce Blue Jasmine’i birlikte izlemiştik. Bir gün
sonra onu bir araba enkazından aldık.
“Bırak kendini bana,
bırak da bu kez seni ben taşıyayım.”
“Bırak da bazen birileri seni taşısın, her zaman kuruğu dik
tutmak zorunda değilsin. Ağlayacaksan
ağla, bizi eve yollamaya çalışma, bırak biz seni düşünelim, bırak kendini aciz
olmaya.”
İnsanın vehmi ile Hakk’a ayna olacağı zamanlar olduğu gibi,
vehminin hiç hükmünde olduğunu anlayıp acizliğini çaresizliğini kulluğunu idrak
edeceği zamanlar da var. Sade kendinde mi? Başkasında da bazen kudreti,
hikmeti, emniyeti vehmetmeye ihtiyacı olduğu gibi bazen de onların aciz, fakir,
çaresiz birer kul olduklarını görmek durumunda kalıyor. Yeter ki dengeli
olunsun, iki hal de gerekli.
Sürekli acz
hissederek de, sürekli kudret vehmederek de yaşanmıyor hayat.
Gerçeğe dayanamıyor insan,
ama vehim de onu sarhoş ediyor.
Kuyruğu hep dik tutmak zorunda kalmak, kendini çaresizliğe,
acizliğe, kulluğa bırakamamak hayattaki en yorucu şey olmalı. İyi ki bazen
kontrol elimizden çıkıyor ve gerçekle yüzleşiyoruz. Aciz olduğumuz ve
hayatımızın direksiyonunun elimizde olmadığı gerçeğiyle…
Bu kez aynada kendimize bakıyoruz. Bu bakış bizi zangır
zangır titretiyor.
Çünkü insan kendi gerçekliğine, karanlığına bakmaya
dayanamaz. Biri elini tutmadıkça.
İnsan başkasının gerçekliğine bakmaya dayanamaz, Allah,
gören gözü olmadıkça.
Mona İslam