Bir dekor şehir: Prag (1)
Epeydir
methini duyduğum, bir şeyler okurken karşıma bir arka fon olarak sık sık çıkan
bu şehre, Prag'a, sonunda gelmek nasip oldu.
Genelde ben
bir şehre gelmeden onunla dolmaya, yorulmaya başlarım. Prag için de aynı şey
söz konusuydu. Bir hafta evvelden yaptığım Prag okumaları, gezi yazısı
taramaları, gezi rehberlerinden fotoğraf incelemeleri, hatta harita ve yol
tariflerine varana dek dersimi çalışmıştım. Dolayısıyla havaalanında
indiğimizde hangi standa gidip Chek Pass adı verilen 24 saatlik toplutaşıma
biletlerini nereden alacağımı hatta tam ve öğrenci indirimli(kızım için)
biletin kaç Çek kronu olduğunu biliyordum.
Biletlerimizi
aldık, not defterime baktım, hangi otobüse bineceğimizi ve nerede metro
transferi yapacağımızı zihnime yazdım. Prag keşfi başladı.
Havaalanından
metroya kadar tabii olarak şehrin dış mahallelerini görüyorsunuz buralar biraz
Eski Komünist Yugoslavya yapılarını andırıyor. Bitki örtüsü ise Almanya’ya
değil Avusturya’ya benzerlik gösteren bir mahiyette. Yani çok sık olmasa da
arada bir güneş gören bir ülkenin bitkileri. Almanya’da ise her yerden orman
fışkıracak, ağaçlar bıraksanız şehri hemen geri alıverecek gibi. Burada öyle
değiller. Hadlerini biliyor, mimarinin başladığı yerde usulca geri
çekiliyorlar. Sonra metro ile gittiğimizden yerin altından değişimi
göremiyorum. Metro ile şehir merkezinde otelimize en yakın durakta indiğimizde
yerin üstüne çıkınca oldukça şaşırıyoruz. Dekor tamamen değişmiş. Şimdi Prag
bize tüm görkemiyle ben bir Ortaçağ Orta Avrupa şehriyim diyor. Otele ilk
yürüyüşte yönümüzü şaşırıp haritaya göz atıyoruz, Vltava Nehri şurda, öyleyse
biz şu yöne gideceğiz. Biz bakınırken bir yaşlı Çek Beyefendi yanımıza geliyor,
sokağın adını söylüyorum, Jilska, telaffuzumu J den Y ye düzeltip yolu
gösteriyor. Teşekkür edip yürüyünce oteli kolayca buluyoruz.
Valizleri
bıraktık ve Eski Şehir Meydanı’ndayız, burası kaldığımız yerin hemen arkası.
Old Town Square’de dolaşırken eşime ve kızıma aldığım notları okuyorum.
“Bu meydan
10.yy da bir uluslar arası ticaret merkezi olarak kurulmuş. Etrafta gördüğümz
tarihi yapılar: Astronomik(Astrolojik desek daha doğru bence) Saat, Nicholas
Kilisesi(tadilatta), Tyn Kilisesi(Şu gotik yapı), Jan Hus Anıtı(yakılarak
öldürülen bir din adamı), Mariana Sütunu(Özgürlük anıtı), 12. Ve 13.yy dan
kalma gotik ve roman tarzda evler, City Hall(Belediye Binası), eski pasajlar,
bak şurası da Kafka’nın babasının dükkanı olan bina, tam burada eski şehir
meydanında.”
Bu meydan
hem 1300 lerden itibaren taç giyme törenlerine hem de idamlara ev sahipliği
yapmış. Denilen o ki 1422’de Prag vatandaşlarının lideri olan Jan Zelivsky
burada idam edilmiş. Yine Çek tarihinde önemli ayaklanmalardan biri olan
İmparator Mattias’a karşı gelen 27 lider de burada asılmış. Belediye
Binasındaki 27 haç bunu temsil ediyormuş.
Meydanda
herkes bir yere toplanmış, Astronomi Saati saat 3 ü vuracak, bir aziz heykeli
görünecek. Onu fotoğraflamaya çalışıyorlar, biraz ileride sokak müzisyenleri
var, biraz dinleyip yürüyoruz, meydanın arkasına geçince bir Kafka Kafe çıkıyor
karşımıza, kafenin bulunduğu yer Kafka’nın doğup büyüdüğü evin önü. Yola devam
ediyoruz…
Yolda
yürürken birileri elimize konser ilanları tutuşturuyor. Önünden geçtiğimiz
kilisede akşam saat 17.00 de klasik müzik konseri var, biraz ilerleyince başka
kiliselerde de benzer ilanlar görüyoruz, sanırım burada kiliseler ibadetten çok
bir konser salonu işlevi görüyor. Zaten gündüz vakti pek çoğu kapalı, girip
içeriye bakmak mümkün değil, sadece konser zamanı açılıyor. Çeklerin dinle
ilişkisi bu minvalde seyrediyor. Kilise akustiğinden yararlanıyorlar.
Sokaklar
genelde araç trafiğine kapalı ve Arnavut kaldırımı. Benim gibi ayak bileğinde
birkaç burkulma, kas zedelenmesi ve bir çatlak yaşamış biri bu taşlara basarken
çok dikkatli olmalı. Etrafa bakarken ayağım yamuk bir yere basar ve dönerse…
Allah korusun.
Az ileride
yine bir kalabalık çıkıyor karşımıza, bu da önemli bir turistik yapıya
yaklaştığımız sinyali veriyor, evet Tyn Kilisesi’yle benzer gotik yapıya sahip
Charles(Karl) Köprüsü bu. Köprüde sayısız heykeller var. Prag’ın her yerinde
sanat tecelli ediyor, meydandaki müzisyenler yerini köprüdeki ressamlara
bırakmış, turistler portre çizdiriyorlar, ya da köprüyü ve nehri içine alan bir
fotoğraf karesinde yer almaya çalışıyorlar.
Burada ilk
köprü 10. Yydaki tahta köprüymüş, tabiidir ki Avrupa’da içinden nehri geçen pek
çok şehride görüldüğü gibi sellerle yıkılmış ve yerine gotik mimariyle 14. Ve 15. Yy larda bu yeni köprü inşa
edilmiş. Yeni köprünün 16 sütunu var. Sayısal matematiksel bir anlamı varmış
sanırım. Şimdi hatırlayamadım. Dikkat edin “yeni köprü” diyorum ve 14. 15. Yy
lardan söz ediyorum, Orta Avrupa’da ‘yeni’nin tarihleri böyle. Şaşılacak bir şey
yok. Karl Köprüsü görülmeye değer bir yapı.
Köprüden
karşıya geçip biraz yokuş tırmanmayı göze alırsanız Hrad bölgesine varırsınız.
Hrad Çek’çe ‘kale’ demek. Bu kale uzun zaman Avusturya Macaristan Hanedanı olan
Habsburg’lara ev sahipliği yapmış, uzun zaman Prag’ı başkent olarak
kullanmışlar. Zaten mimaride de Avusturya etkisi görülüyor. Yüksek bir tepeye
kurulu Prag Kalesi içinde oldukça çok yapı barındırıyor. St. Vitus
Katedrali(Çek Cumhuriyetindeki en büyük kilise), St George Basilikası(Çek
Cumhuriyetindeki en eski kilise), All Saints Church, St Cross Chapel, Yazlık
Kraliyet Sarayı, Yeni Kraliyet Sarayı… Kale Meydanı’nda asker değişim törenini
izleyin dediler, ama biz uygun bir saate denk gelmedik sanırım.
Kale çıkışı
yokuş aşağı yürüyor ve yolun karşımıza çıkardığı bir parkta dinleniyoruz. Sabah
5 te uçak için uyanıp yola çıktığımız düşünülünce bu kadar yeter. Yine de ilk
günün yol yorgunluğu ile iyi dolaştık.
Yarın
nehride bir tekne turuna katılmayı, Yahudi mahallesine gitmeyi, Kafka Müzesine
girmeyi, bir de ‘Yeni Meydan’ denilen Wenceslas Square’ı dolaşmayı planlıyoruz.
Zaten seyahatin sonraki durakları için tren biletlerimizi almak zorundayız ve
istasyon Wenceslas Meydanı’na yakın.
Yürüdüğümüz
yolu geri yürüyemeyeceğim, metroya biniyoruz, nasılsa 24 saatlik biletimiz var,
otele en yakın durakta iniyoruz. Biraz dinlenelim, yemek yemek için Eski Şehir
Meydanı’nda ya da ona yakın ara sokaklarda bir yerler bakacağız.
Mona İslam