KARINCALAR VADİSİNDEN GÜVENLİ GEÇİŞ
“Hırs sebebi
hasarettir” derler eskiler. Yani hırs kaybetme sebebidir. Manidar değil mi?
Hırs bütünüyle kazanmakla ilgilidir oysa. Hırs sahibinin kaybettiğini söyleyen
bu söz onun niyetinin tersi ile tokat yediğinin bir göstergesidir.Yine eskiler
tabiri ile aks-ül emel ile cezalandırılır harîs.
Hırsı
hayvanlar aleminde karıncalar temsil eder. Tasavvufta karınca neden hırsın
temsili sayılmış olabilir? Kanaatimce kendi cüssesinin belki iki katı
büyüklüğünde bir ekmek kırıntısını taşımadaki iştiyakı ve durmadan dinlenmeden
çalışması sebebiyle. Bunlar bir yandan kulağa güzel geliyor değil mi? Bedeninin
takatini aşan bir gayret, çok çalışma say ve gayret. Evet, bunlar başlıbaşına
kötü şeyler değil. Onları kötü kılan kimin için veya ne için yapıldıkları olsa
gerek. Hırsı kötü kılan da, azimden ayıran da aynı sebep. İnce bir çizgi,
hassas bir ayrım.
Her konuda
olduğu gibi hırs konusunda da rehberlik için Kuran’a ve kamil insanlar olan
Peygamberler’e yüzümüzü çevirelim. Kuran’da Hz. Süleyman ve karınca arasında
geçen bir kıssa mesel nazarımıza sunulur. Hz. Süleyman bir fetih için insanlar
cinler ve kuşlardan oluşan olağan üstü ordusunu toplamış ve yola çıkmıştır.
Karşısına karıncalar vadisi çıkar. Bu işareten bize Hz. Süleyman’ın dahi hırs
ile imtihan olduğunu haber verir. Karıncalar vadisi tehlikeli bir vadidir,
buradan geçen insan ve hayvanlar bir tür ısıran karınca orduları tarafından
perişan edilmektedir. Hırs da böyle birşeydir, ısıran karınca orduları.
Görünmez bir tehlike…
Karıncaların
şöyle dediğini duyar Hz. Süleyman: “Dikkat edin yoksa Süleyman ve ordusu sizi
ezecek”. Evet hırsı ezip geçen, fethi sadece Allah için isteyen, nefsinde buna
bir pay çıkartmayan bir peygamber ahlakı, karıncalar gibi olan hırsı ezer
geçer. Karıncaların korkusu Süleyman Peygamberi güldürür. Zira her nefsini
bilen insanı korkutacak olan hırs, her o vadiden geçen akıl sahibini korkutacak
olan karıncalar, kendisinden korkmaktadır. Kamil insan duygularının efendisi
olduğu ölçüde dışarıdaki alemin de efendisidir.
Neml
Suresine nazar edelim:
18-
Ordu karınca vadisine vardığında ordudaki karıncalardan biri "Ey karıncalar yuvalarınıza giriniz ki,
Süleyman ve ordusu farkında olmadan sizi çiğnemesin" dedi.
19-
Süleyman, karıncanın dediklerini işitince gülümseyerek dedi ki; "Ya Rabbi
gerek bana ve gerekse ana babama bağışladığın nimetlere olanca gücümle
şükretmemi ve hoşnut olacağın iyi işler yapmamı nasip eyle, rahmetinle beni iyi
kullarının arasına kat.
Hz.
Süleyman’ın hırsını yendiğini nereden biliyoruz? Bu sadece “Öyle olmalı çünkü o
bir peygamber” akıl yürütmesinden kaynaklanmıyor. Allah bize bir başka ayette
Hz. Süleyman’ı şöyle anlatır. Süleyman Peygamber mülkiyetindeki atlara bakar ve
“Koşan atları severim çünkü bana Allah’ı hatırlatırlar” der. “Atları severim
çünkü onlar benim gücümün ve zenginliğimin göstergesidir” değil, “Severim çünkü
bana Allah’ı hatırlatırlar”.
Sad suresine
bakarsak:
32-"Ben güzel olan her şeyi
severim, çünkü Rabbimi bana hatırlatır!" derdi; (atlar koşarak uzaklaşıp)
gözden kayboluncaya kadar (bu sözleri tekrarladı. Daha sonra,)
33-"Onları bana getirin!"
(diye emretti) ve bacakları ile boyunlarını (şefkatle) sıvazlamaya başladı.
Sanırım hırs
ile azmi ayıran şey de budur. Bir kazancı, mülkü, başarıyı, Allah’ı
hatırlattığı, Allah’ı memnun ettiği için istemek. Aksi takdirde Allah’ı
unutturacaksa, Allah’ı bizde hoşnutsuz kılacaksa hemen terk etmek. “Herşeyde
bir işaret vardır Onun varlığını birliğini gösteren”kaidesince eşyaya muhatap
olmak. O vakit bir de bin de bir…
Rızık için,
başarı için, beğeni için koşturup duruyoruz. Etrafımızda ne kadar çok insan
olursa o kadar çok sevildiğimizi düşünüyoruz. Ne kadar malımız olursa o kadar
güçlü, yenilmez olduğumuzu. Sanki gücü ve beğeniyi elde ettikçe ontolojik
acizliğimizi, faniliğimizi yeniyormuşuz hissine kapılıyoruz. Öyle bir şey yok.
Hepsi vehim. Bu vehim balonunun sönmesi bir iğne ucu misali musibete bakıyor.
Musibetler kafamızı duvara vurmuşuz hissi ile vehimden aynalarla büyüttüğümz
varlık odamızın aslında ne kadar küçük olduğunu bize ihtar ediyor.
Değerli
olmak istiyoruz. Bu varoluşsal bir ihtiyaç. Her birimiz bir filmin başrol
oyuncusu gibi alkışlanmak, hikayenin hayatın odağı olmak istiyoruz. Bu yüzden
kılık kıyafetimizle, evimiz arabamızla, entelektüel birikimimizle caka satıyoruz.
Spot ışıkları üstümüzden inmesin, buradaki en önemli kişi benim diye için için
bağırıyoruz.
Mal hırsı da,
değer hırsı da, benliğimiz için olduğunda bizi karıncalar vadisine sokuyor. O
vadiden yalnızca Süleyman ve ordusundakiler geçebiliyor. Biz o orduda mıyız?
Değer arayışımızın, mal sevdamızın, beğenilerimizin yüzünü Allah’a çevirdik mi?
“Şu saati, şu çantayı, şu arabayı seviyorum çünkü bana Allah’ı hatırlatır”mı
diyoruz, yoksa “Şu evi, şu gözaltı kremini, şu tatili istiyorum çünkü bana daha
değerli olduğumu hissettirir” mi diyoruz?
İnsanın
kendi kendine değeri hiçtir, pahası sıfırdır, aşınırlığı maksimumdur, çabucak
demode olur. İnsanı demirciler çarşısında satmaya çalıştığınızda ona üç kuruş
fiyat biçilir. İnsan bir antikadır. Kıymeti malzemesinde değildir, malzemesi
alelade topraktır. Kıymeti üstündeki sanat-ı Rabbaniye’dedir. O sanata baha ise
ancak Sani olan Allah ve onun sanatını öğrettiği insanlar olan nebiler arifler
alimler salihlerce bilinebilir.
Bu yüzden ey
nefsim, beyhude hırs yapıp sana değer katmayacakları satın almaya, kendini
onların yolunda heba etmeye uğraşma. Gayretini üstündeki sanat-ı Rabbaniyeyi
ahlak-ı kemaliyeyi zuhur ettirmek için harca ki uzaktan parlayan bir şaheser
gibi seni Sani olan Malikin ve Onun melekleri, ehil olan kulları fark etsin.
Bir de bir
daha mutfağına kadar çıkan karıncalar “Vay canına! Apartmanın bunca katını
nasıl tırmanıp çıktılar” deme, hırsı ve yapabileceklerini hatırla. Mutfağını
karıncalardan arındırmak için yaptığını nefsini hırstan arındırmak için de bir
dene…
Mona İslam
Not: Bu yazı İlim ve İrfan Dergisinde yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder