29 Mart 2014 Cumartesi

KARINCALAR VADİSİNDEN GÜVENLİ GEÇİŞ

“Hırs sebebi hasarettir” derler eskiler. Yani hırs kaybetme sebebidir. Manidar değil mi? Hırs bütünüyle kazanmakla ilgilidir oysa. Hırs sahibinin kaybettiğini söyleyen bu söz onun niyetinin tersi ile tokat yediğinin bir göstergesidir.Yine eskiler tabiri ile aks-ül emel ile cezalandırılır harîs.

Hırsı hayvanlar aleminde karıncalar temsil eder. Tasavvufta karınca neden hırsın temsili sayılmış olabilir? Kanaatimce kendi cüssesinin belki iki katı büyüklüğünde bir ekmek kırıntısını taşımadaki iştiyakı ve durmadan dinlenmeden çalışması sebebiyle. Bunlar bir yandan kulağa güzel geliyor değil mi? Bedeninin takatini aşan bir gayret, çok çalışma say ve gayret. Evet, bunlar başlıbaşına kötü şeyler değil. Onları kötü kılan kimin için veya ne için yapıldıkları olsa gerek. Hırsı kötü kılan da, azimden ayıran da aynı sebep. İnce bir çizgi, hassas bir ayrım.

Her konuda olduğu gibi hırs konusunda da rehberlik için Kuran’a ve kamil insanlar olan Peygamberler’e yüzümüzü çevirelim. Kuran’da Hz. Süleyman ve karınca arasında geçen bir kıssa mesel nazarımıza sunulur. Hz. Süleyman bir fetih için insanlar cinler ve kuşlardan oluşan olağan üstü ordusunu toplamış ve yola çıkmıştır. Karşısına karıncalar vadisi çıkar. Bu işareten bize Hz. Süleyman’ın dahi hırs ile imtihan olduğunu haber verir. Karıncalar vadisi tehlikeli bir vadidir, buradan geçen insan ve hayvanlar bir tür ısıran karınca orduları tarafından perişan edilmektedir. Hırs da böyle birşeydir, ısıran karınca orduları. Görünmez bir tehlike…
Karıncaların şöyle dediğini duyar Hz. Süleyman: “Dikkat edin yoksa Süleyman ve ordusu sizi ezecek”. Evet hırsı ezip geçen, fethi sadece Allah için isteyen, nefsinde buna bir pay çıkartmayan bir peygamber ahlakı, karıncalar gibi olan hırsı ezer geçer. Karıncaların korkusu Süleyman Peygamberi güldürür. Zira her nefsini bilen insanı korkutacak olan hırs, her o vadiden geçen akıl sahibini korkutacak olan karıncalar, kendisinden korkmaktadır. Kamil insan duygularının efendisi olduğu ölçüde dışarıdaki alemin de efendisidir.
Neml Suresine nazar edelim:
18- Ordu karınca vadisine vardığında ordudaki karıncalardan biri "Ey karıncalar yuvalarınıza giriniz ki, Süleyman ve ordusu farkında olmadan sizi çiğnemesin" dedi.
19- Süleyman, karıncanın dediklerini işitince gülümseyerek dedi ki; "Ya Rabbi gerek bana ve gerekse ana babama bağışladığın nimetlere olanca gücümle şükretmemi ve hoşnut olacağın iyi işler yapmamı nasip eyle, rahmetinle beni iyi kullarının arasına kat.

Hz. Süleyman’ın hırsını yendiğini nereden biliyoruz? Bu sadece “Öyle olmalı çünkü o bir peygamber” akıl yürütmesinden kaynaklanmıyor. Allah bize bir başka ayette Hz. Süleyman’ı şöyle anlatır. Süleyman Peygamber mülkiyetindeki atlara bakar ve “Koşan atları severim çünkü bana Allah’ı hatırlatırlar” der. “Atları severim çünkü onlar benim gücümün ve zenginliğimin göstergesidir” değil, “Severim çünkü bana Allah’ı hatırlatırlar”.
Sad suresine bakarsak:
32-"Ben güzel olan her şeyi severim, çünkü Rabbimi bana hatırlatır!" derdi; (atlar koşarak uzaklaşıp) gözden kayboluncaya kadar (bu sözleri tekrarladı. Daha sonra,)
33-"Onları bana getirin!" (diye emretti) ve bacakları ile boyunlarını (şefkatle) sıvazlamaya başladı.
Sanırım hırs ile azmi ayıran şey de budur. Bir kazancı, mülkü, başarıyı, Allah’ı hatırlattığı, Allah’ı memnun ettiği için istemek. Aksi takdirde Allah’ı unutturacaksa, Allah’ı bizde hoşnutsuz kılacaksa hemen terk etmek. “Herşeyde bir işaret vardır Onun varlığını birliğini gösteren”kaidesince eşyaya muhatap olmak. O vakit bir de bin de bir…

Rızık için, başarı için, beğeni için koşturup duruyoruz. Etrafımızda ne kadar çok insan olursa o kadar çok sevildiğimizi düşünüyoruz. Ne kadar malımız olursa o kadar güçlü, yenilmez olduğumuzu. Sanki gücü ve beğeniyi elde ettikçe ontolojik acizliğimizi, faniliğimizi yeniyormuşuz hissine kapılıyoruz. Öyle bir şey yok. Hepsi vehim. Bu vehim balonunun sönmesi bir iğne ucu misali musibete bakıyor. Musibetler kafamızı duvara vurmuşuz hissi ile vehimden aynalarla büyüttüğümz varlık odamızın aslında ne kadar küçük olduğunu bize ihtar ediyor.
Değerli olmak istiyoruz. Bu varoluşsal bir ihtiyaç. Her birimiz bir filmin başrol oyuncusu gibi alkışlanmak, hikayenin hayatın odağı olmak istiyoruz. Bu yüzden kılık kıyafetimizle, evimiz arabamızla, entelektüel birikimimizle caka satıyoruz. Spot ışıkları üstümüzden inmesin, buradaki en önemli kişi benim diye için için bağırıyoruz.
Mal hırsı da, değer hırsı da, benliğimiz için olduğunda bizi karıncalar vadisine sokuyor. O vadiden yalnızca Süleyman ve ordusundakiler geçebiliyor. Biz o orduda mıyız? Değer arayışımızın, mal sevdamızın, beğenilerimizin yüzünü Allah’a çevirdik mi? “Şu saati, şu çantayı, şu arabayı seviyorum çünkü bana Allah’ı hatırlatır”mı diyoruz, yoksa “Şu evi, şu gözaltı kremini, şu tatili istiyorum çünkü bana daha değerli olduğumu hissettirir” mi diyoruz?
İnsanın kendi kendine değeri hiçtir, pahası sıfırdır, aşınırlığı maksimumdur, çabucak demode olur. İnsanı demirciler çarşısında satmaya çalıştığınızda ona üç kuruş fiyat biçilir. İnsan bir antikadır. Kıymeti malzemesinde değildir, malzemesi alelade topraktır. Kıymeti üstündeki sanat-ı Rabbaniye’dedir. O sanata baha ise ancak Sani olan Allah ve onun sanatını öğrettiği insanlar olan nebiler arifler alimler salihlerce bilinebilir.
Bu yüzden ey nefsim, beyhude hırs yapıp sana değer katmayacakları satın almaya, kendini onların yolunda heba etmeye uğraşma. Gayretini üstündeki sanat-ı Rabbaniyeyi ahlak-ı kemaliyeyi zuhur ettirmek için harca ki uzaktan parlayan bir şaheser gibi seni Sani olan Malikin ve Onun melekleri, ehil olan kulları fark etsin.
Bir de bir daha mutfağına kadar çıkan karıncalar “Vay canına! Apartmanın bunca katını nasıl tırmanıp çıktılar” deme, hırsı ve yapabileceklerini hatırla. Mutfağını karıncalardan arındırmak için yaptığını nefsini hırstan arındırmak için de bir dene…

Mona İslam


 Not: Bu yazı İlim ve İrfan Dergisinde yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder