HAYAT HATALARLA GÜZELDİR
İnsan hayatı boyunca seçimler yapar. Seçimlerinin sonucu
olarak, bazı insanlarla tanışır bazılarını terk eder. Bir şeyleri başarır bir şeyleri kaybeder. Hayat ayrılıklar ve kavuşmalar
dizisidir. Ayrılıkların kızıştırdığı
gönül, kavuşmalara daha fazla bir tutkuyla yapışır. Elindekilere daha
bir eğilir, onları da kaybetmemeğe uğraşır.
İnsan hayatında yaptığı seçimleri ve terk ettiklerini,
herhalde en çok ömrünün sonunda düşünür. Ölüm döşeğinde bir hastanın hayalleri,
terk ettikleri yahut kendisini terk edenlerle dopdoludur. Onlarla yaşadığı
alternatif yaşamların rüyalarını görür. Başka şehirler, başka insanlar, başka
bir adam, başka çocuklar, başka bir iş, sonsuz alternatifler, sonsuz hayaller,
sonsuz hayıflanmalar. Aklından çıkaramadığı hataları, pişmanlıkları, keşkeleri
birer hayalet olup dadanırlar sekeratta başucuna insanın.
Şeytanın son kozu bu olsa gerek; keşke. Keşkeler insana
yaşadığı hayatı değersiz hissettirir.Yaptıkları anlamsızdır. Emekleri boşu
boşunadır. Aklı ermekte ama gücü yetmemekte, zamanı geri çevirememekte,
ayrıldığı sevgilileri geri getirememektedir. Yanı başındaki sevgiliye
başkasının adıyla hitab eder. Çocuklarına hiç tanımadıkları kişilerden
bahseder, onlara işlediği suçları bir
bir anlatır. Sürekli “o yelkenliye binip gitmeliydim” der. Uzaklara çok
uzaklara.
Sorumluluk duygusu anlamsız hale gelir, insan sadece kendi
acısını hisseder. Yaşanmamışlıklarla kıvranır durur. Utanç bile duymaz
keşkelerinden ki insan, en derin yaralarını açar, en gizli sırlarını faş
eder. Özlem en büyük şeytanı olur. Son
nefesinde bile bir “Ah!” ile onu yoldan çıkarmaya uğraşır. Bu gerçekten
korkulacak bir şeydir. Bir ömür boyu yapılmış güzel şeyleri insan kendi
elleriyle mahvedebilir ölüm döşeğinde.
“Evening” “Günbatımı” bunu anlatmaya çalışan bir film. İyi oyuncular (Meryl Streep, Glenn Close), ve
hayalle gerçek , geçmişle an arası yumuşak geçişlerle yönetmen (Lajos Kolati)
son nefesteki yaşam sorgulamalarını harikulade anlatmış.
Ölüm döşeğindeki Ann, bizi iki kızına ve eşine adanmış
hayatından alır ve gençlik günlerine ve farklı bir seçimle her şeyi
değiştirebileceği aşkına götürür. Kızlarının gözündeki sorumluluk sahibi
erdemli fedakar anne bir bir foyalarını ortaya döker. Büyük kızı, zihnindeki
kusursuz anne imajını zedelemek istemez, saçmaladığını düşünür, küçük kızı ise
anlatılanların doğru olabileceğini düşünür, şüphelenir. Odaya giren her kişiye
“Harris” diye hitap etmektedir Ann. Kızlar sormaya başlarlar, “”Harris kim
anne?” diye. “ O benim en büyük hatam” der Ann. Ve kızlar babalarının hayata
annelerinden önce veda etmesine ilk kez şükrederler. Bu babalarının
kaldıramayacağı bir isimdir çünkü. Bir sırrın faş edilmesidir. Bir keşkedir,
Harris. Hepimizin Harris’leri vardır.
Sonraları annelerinin bir çocukluk arkadaşı gelir, ve
meraklı küçük kıza “Harris” i anlatır. Harris annesinin büyük aşkıdır. Ann
büyük bir hata yaptığını söylemektedir kıvrandığı ölüm döşeğinde. Harris’le
gitmemek hayatının hatasıdır. Her şeyi riske atıp neden gitmemiştir. Neden
kalbini değil mantığını dinlemiş, kendinden başka insanları düşünmüş ve endişe
etmiştir ki, şimdi hiçbiri yoktur. Onun fedakarlığından kimsenin de haberi
yoktur. Ona kim teşekkür edecektir?
Sanki Harris büyülü bir sözdür, sanki hayat onunla periler
diyarında “lived happly ever after( sonsuza dek mutlu yaşadılar)” geçecektir.
Evlenmiş olduğu adamla yaşadığı sıkıntılar Harris’le yaşanmayacaktır sanki. Bu
bir yanılsamadır. Ne Harris mükemmeldir, ne de Ann onunla yaşamış olsa istediği mükemmel hayata ulaşacaktır. İşin
doğrusu, bu dünyada ne mükemmel insan, ne de mükemmel hayat vardır. Arkadaşı Lila ona “ Sen hayattan mutluluk
adına çok şey bekledin, bak iki güzel kız yetiştirdin bu mutluluk için yeterli
değil mi?” der.
Kanımca şeytanın hilesinin bozulduğu yer de budur. Ann anlar
ki uzun ve güzel bir hayat yaşamıştır. Keşkelere harcayacak enerjisi yoktur.
İyi bir evliliği, çok mutlu zamanları olmuş, çok büyük acılar da çekmiştir.
Onurlandığı zamanlar ve çuvalladığı yerler olmuştur. Hayat tam da böyle bir
şeydir. Allah her şeyin hamuruna biraz acı katmıştır. Güzel şeyleri anlamlı
kılan belki de bu acılardır. Ann hayalinde son şarkısını söyler. Durur
notalarda hata yapar, siyah piyanist ona “neden durdun bebeğim” der. Hata
yaptım der Ann, “Devam et bebeğim, hayat hatalarla güzel diye” yanıtlar adam.
Ann şarkısına devam eder. Son nefesini verir.
İnsan mutlaka seçim yapmak zorunda kalır. Ya şartların
zorunlu kıldığı, ya ahlakın emrettiği, ya kalbinin yönlendirdiği seçimler
yapar. Ama her seçim noktasında Allah önümüze yepyeni bir yol çıkarır. Yolda
çiçekler de taşlar da vardır. Yepyeni olanaklar, yepyeni başarılar, yepyeni
hüzünler. İnsanın “Bunun yerine onu yaşasaydım daha mutlu olurdum” demesi
şeytanın en büyük tuzağı olsa gerek. Ve o bu oyunu bize, tam da ruhumuz bir
kelebek gibi pencereden uçmaya en şevkli olduğu anda oynar.
Şeytan bizim sadece anımızla uğraşmaz , geçmişimizi de yok
etmeye çalışır. Her keşkede bir nimeti siler, her pişmanlıkta bir emeği yok
eder. Hayat nötr bir şey değildir. O, bizim ona verdiğimiz anlamla iyi veya kötü
olur. Biz onu güzellikle, tebessümle, şükürle andığımızda, geçmiş ülkesinde
çiçekler açar, biz ona pişmanlık ve acıyla yöneldiğimizde onun üzerine bir
kasırga iner var olan tüm çiçekleri savurur ve onu ıpıssız, çorak bir bozkıra döndürür. Yaşlılıkta insanın anı değil de
geçmişi hatırlaması ona geçmişi düzeltmek için yeniden verilen bir şanstır.
Geçmiş elimizden çıkıp gitmiş midir? Bence hayır. O bizim onu yeniden
anlamlandırmamız sayesinde yeniden hayat bulur, geçmişimize ruh üflemek
elimizdedir.
Hayatımız bizim elimize verilmiş bir kısmettir, nasıl
yaşamış olursak olalım, tercihlerimizden pişmanlık duyamayız. Onu belkilere
kurban edemeyiz. İnanmalıyız ki var olan her şey mutlaka en iyisi olduğu için
var olmuştur. Elimizdeki hayat denilen talih kuşu uçup gitmeden her zaman onu
küçücük bir sihirli sözle iyiye tebdil etme şansımız vardır. Bu söz
Elhamdülillahtır.
Pişmanlık olsa olsa geçmiş zamanın günahlarına
yöneltilmelidir. Ancak o zaman yararlı bir ilaç olacaktır. Acı içinde mazinin
günahlarına bakmak bizim için oradaki susuz vadileri yeşertecek , pişmanlığımız
ve istiğfarımız ancak o zaman bizi yüceltecek, anlamlı kılacak, şeytanın eline
bırakmayacaktır.
Hz İsa der ki: “Mirasyedi diz çöküp ağladığı anda, servetini
fahişelere yedirmiş, sonra da domuz besleyip domuzların yediği mısır
yapraklarında gözü kalmış olmasını, yaşamının güzel ve kutsal olaylarına
dönüştürmüş olur.”
O halde seçimlerimizi hata olarak görmeyelim. Hata ancak
günahlarımızdır. Göz yaşlarımızı terk ettiklerimize yahut yoksun olduklarımıza
değil, günahlarımıza yöneltelim. Zira göz yaşlarımız sonsuz değiller. İsraf edilmemelidirler.
Günahlar da kabili istiğfardır. Rabbi olan için her zaman umut vardır. Ölüm
döşeğinde bile….
Geçmişimize ruh üfleyelim öyleyse, bir elhamdülillah, bir estağfirullahla…
Mona İSLAM
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder