9 Ağustos 2012 Perşembe

Koparma, çöz...

Alemde her şeyle bir ilişki kurar insan.
Kalbinde sayısız ipler, halatlar, incecik lifler, sicimler, çeşitli kalınlık ve ebatta, kimi uzun kimi kısa bağlar tutunur eşyaya insanlara.
Kalbin bazı bağları kısadır yakın durur insan böylesine bazısı uzundur uzaktandır alakası.
Kimi ince kimi kalındır iplerin, çünkü kiminde sayısız sebep vardır iki şeyi irtibatlı kılan, kiminde bir veya birkaç sebep.
Bağlar kurulurken fark etmez bile insan, bir cezbe çeker onu, bir meyl yakalar. Tutar rabt eder o şeye.

Bazen de bağlarımız kopar. Bu fark edilmeyecek bir şey değildir. Sizi birine bağlayan bir şeyin aniden kopması ya da sizin tarafınızdan koparılması, hem sizde hem bağlandığınız şeyde iz bırakır. Sizden bir parça onda kalır, ondan bir parça sizde. Koparılan bağların yaraları çok kanar, bazen iyileşir bazen hep sızlar.

Bu yüzden koparmamak, çözmek gerek bağları. İlmik ilmik bağlanırken hissetmediğimiz latiflikte çözmek.
Adım adım, tel tel, ne kendi canınızı ne de bağlandığınız ve bu yüzden vefa duymanız gereken canı yakmadan.
Ama mutlaka çözmek gerekir her bağı, zira sizi yerdeki eşyayla bağlayan her bağ, güzel ya da çirkin, esaretinizdir. Bazı esaretler sevilir, bazı prangalar gönüllüdür, bazılarına perçemimizi biz sunarız, ama yine de esarettir. İnsan şeylere esir olsun diye yaratılmamıştır.

Bağı koparmamak ama çözmek için bilgi gerekir. Koparmak bir anlıktır, şiddetle ve celalledir. Çözmek ise tedricidir, yavaş yavaştır, her adımı bir bilgi yönlendirir. Koparmak bitkiyi kökünden kesmek gibidir, çözmek ise onu dikkatlice söküp başka bir yere taşımak. İlki ölümdür ikincisi hayat.

Bilmek gerek, bizi ona ne bağladı. Bilmek gerek, aramızdaki irtibat nedir. Kanaatim şu ki insan bir yere bir şeye boş yere bağlanmaz. İnsan fakrı ile bir şeye bağlanır. İhtiyacıdır onu o şeye rabt eden. Mayasıdır, aslıdır onun kalbine o kimseden kement atan. Ayn-ı sabitenizdir, Rabb-i Hass'ınızdır sizi o mecladan çağıran. Bugün orada parlar, sizi cezb eder, bir miktar yürütür, başka gün başka bir mecladan seslenir, siz hep bu çağrıya icabet edersiniz.
Öyle ya, "Sizi hayat veren bir çağrıyla çağırdıklarında Allah ve Rasulü'ne icabet edin".
Hayat veren çağrı her birimize başka bir esma-yı ilahiden, her birimiz için başka bir sıfat-ı nebiden gelir.

Biz birine bir şeye onda Allah'tan bir cilve, Rasulullah'tan bir ses duyduğumuz için bağlanırız. Yoksa neden birinin önünde diz kıralım, boyun eğelim. Boyun eğilen şey, fıtratımızın ihtiyacına tam tevafuk, kalbimizin hissiyatına tam tetabuk eden şeydir. Kimden gözüküyorsa ona uzanır ellerimiz. Muhtacız, bunda utanacak bir şey yok. Bu bizim yapımız.

Peki madem bizi çağıran kutsidir, ruhumuzun icabet ettiği ulvidir, neden bağı çözelim ki?

Çünkü biz bizi bağlayanın O olduğunu bilmiyoruz.

Bilmek, bağı çözmektir zaten, ister o tecelligahı terk edin, ister yanında ikameti sürdürün, bağınızın Ondan olduğunu anladığınızda siz artık eşyaya, insana değil Hakk'a bağlanmış olursunuz. Bağınız artık ister yatayda ve arzi, ister dikeyde ve semavi olsun, yerdekiler gibi göktekiler de Onu arar, siz de yerde de gökte de Ona tutunursunuz. Ulvide de süflide de hacetinize cevap veren Odur. Seslenen Odur.

Seslenişini duyarsanız, gayrı nereden seslenirse seslensin gitmenizde bir mahzur yoktur, Artık bağlarınızı o kurar, O çözer, sizin yapacağınız bir şey yoktur.

Çekeceğiniz bir acı da yoktur.




4 yorum:

  1. zevk ediyorum okurken..izniniz olursa paylaşabılırmıyım..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Neden olmasın. Teşekkürler.

      Sil
    2. isminizi belirterek facebookda paylaşım yaptım. allah razı olsun.fusus derslerıyle baglantılı takıp edıyorum sızı,cok cok faydalı oluyor.

      Sil
    3. Eyvallah, fayda Nâfi olan Allah'tan.

      Sil