Aşık da Olsak Güneşi Küstürmeyiz
Üstad Bediüzzaman aşığın halini anlatırken onu, ‘sevgilisinin
gül cemalinin güneşi sönük bıraktığı’ zannında bir adam olarak resmeder. O,
aşığa güneşi gücendirdi diye kızar. Ne hoş! Öyle ya asıl hüner, güneşi gücendirmeden aşık olmaktır. Güneş,
ismi azamın yedi ışığı onda saklı bir misbah. Yedi isim, yedi renk. Ferd, Hayy,
Kayyum, Hakem, Adl, Kuddüs, Ehad. Mor, Lacivert, Çivit mavi, Yeşil, Sarı, Turuncu,
Kırmızı.
Aşık sevgilisine yalnız ehadiyyet
makamından bakarsa onu bir kainat gibi görür. O,tek bir şeydir, fakat tüm
varlığı içinde barındırır. Onun kendi güneşleri, çiçekleri, denizleri, dağları,
fırtınaları vardır. O ateştir, sudur, havadır, topraktır. O yakar, o
serinletir, o nefes verir, o emniyettir. O solunca tüm evreni solar aşığın. Bu
bakış açısı,tek bir noktada alemi görmektir, ehadiyyete nazar etmektir. Ancak
güneşi küstüren aşık, bu ismi diğer isimlere perde yapar. Oysa pencere yapmak
da mümkündür. O zaman güneşi de gücendirmemiş olur.
Tek bir noktada alemi
görürken o noktanın dışını da gözden kaybetmez.
Alemi küstürmek ne demek! Bilakis, sevgilinin yürüdüğü
sokaklar güzeldir, onun baktığı yıldızlar, dokunduğu ağaçlar, onu aydınlatan
güneş, onu ferahlatan rüzgar sevilir. Aşk Hayy
makamında insanı diriltir. O, bünyeye gelince, insan duyargaları aleme açık,
her şeyi hisseden, sezen, gören, işiten bir varlık haline gelir. Önceden
duymadığı kuş seslerini duyar, öneceden görmediği melekleri farkeder, eşyanın
ruhuna dokunur, alemi sanki o an yepyeni yaratılmış gibi(filhakika öyledir)
temaşa eder. Aşk Kayyumiyet makamında
bir ebediyyet duygusu verir. Muhibbe her
şeyin sabit ve mukim olduğunu, Biri sayesinde ayakta tutulduğunu, o Birinin
kendisini de ayakta tuttuğunu, her gün her sıkıntıya o Kayyum sayesinde kıyam
ettiğini hisseder. Aşk Kuddusiyyet
makamında başta sevgiliye olmak üzere her bir varlığa kudsiyyet atfeder, aşık
her şeyi kusurdan ari, ve temiz görür, şayet sevgilide kusur olsa aşık o Kuddüs
ile onu yıkar paklar, tertemiz eder. Aşk sayesinde gözünü neye çevirse kudsi
bir hürmet duyar. Aşkın vartası, imtihanı, Ferd
ve Ehad isimlerinin tecellilerine
fazlaca kapılmasındadır. İmdada Adl
ve Hakem isimleri yetişmese aşıkın
hali perişandır. Ferd Ve Ehad isimlerinin cazibedar girdabından
kurtulamaz. Zira güneşe kavuşmak, aşkın
hakikatine ermek, onun tüm renklerini, onda tecelli eden tüm isimleri cem
etmekledir. Yoksa mecazide takılıp kalınır, hikmet olmayınca mecaz hakikate
inkılab eder, aşık da bir putpereste döner.
Kelimede yazılı kitabı görüp onda boğulmamak, kapaklar
arasındaki külli ve büyük kitabı unutmamak, hardal tanesinde boğulmamak, nazar
ederken diğer duyuları köreltmemek mümkün müdür? Hem ferdiyyet ve ehadiyetteki harikuladeliği,
bir şeyin her şey kadar anlamlı oluşunu temaşa edebilir, hem de her bir şeye
hakkını tastamam verebilir, her şeyi bütünle alakadar kılan hikmeti
çözebilirsiniz. Böylece kitabın tek bir cümlesi değil, tamamı hafızanıza nakş
olur. Belki sadece en sevdiğiniz cümleyi ayırabilir, en çok onu zikretmekten
hoşlanabilirsiniz. Ancak bu cümle dahi kitabın tamamı içinde anlamlıdır,bilirsiniz.
Muvazene her yol gibi aşk yolu için de şarttır. O da Adl ve Hakem isimlerinden
heybenize az da olsa koymadan yapılabilir bir iş değildir.
Öyle ise aşığın hamakati mukadder değil, mümkündür. Üstad
zorunluluktan değil, tehlikeden söz eder. Yoksa tehlike bertaraf edildiğinde
yolu “çok keskin bir yol” olarak tarif etmektedir.
Bu nasıl olur? Aşkın tabiatı işgal edicidir. Kendisi dışında
her şeyi yok eder? İçimizde çok kıymetli latifelerimiz var. Aklımız hayalimiz,
nefsimiz, kuvvelerimiz, melekelerimiz, kalbimiz. Şayet bunları birer divan
heyeti, birer bakanlar kurulu gibi düşünürsek, kalbe gelen aşk diktatörse,
sulta koyuyorsa, danışmanları, bakanları vezirleri dinlemiyorsa, birden çok
latifenin nazarıyla aleme bakamıyorsa, ‘dediğim dedik’ tutturuyorsa, o zaman
insan önce latifelerini ezer geçer. Sonra aklının, hayalinin, marifetinin,
sırrının, ve sair melekelerinin hatırını kırar. Böylesi bir aşk işgal ederken
önce Hayy ismini ezer geçer, kendi latifelerini hayattan mahrum eder. Onlara
kulağını tıkayan kalp ne kadar samimi
olursa olsun, körleşir. Önce iç alemdekileri, sonra dışarıdakileri kırar. Her
şeyi mecazi mahbubuna feda eder.
Öyle ya, kalbe
zerk edilen aşktan her latifenin hissesi vardır. Kalbin muhabbetle, hayalin
tasavvurla, aklın hikmetle, nefsin ise hazla o aşktan hissesi olmasın mı? Aşık
onlara hisselerini vermeyip aşkı hasisçe kalbine kitlerse, daha gözü kararır,
ne afakta ne enfüste kimseyi gözü görmez. Bir isimden diğer isimlere, bir
latifeden diğer latifelere bir insandan diğer insanlara geçemez. Birini sevmek
onda bütün insanları sevmek, ve dahi alemi sevmek, doğan güneşi, açan
çiçekleri, yağan yağmuru, gezinen bulutları sevmek hissini tevellüd etmez. Bu
yüzden de penceresi kapalı ve sımsıkı perdeli olan ne içinde Hakka yol bulur,
ne de dışarıda O’nun işaretlerini okur. O aşık aşkına mahpustur artık, gardiyan
da odur, mahkum da odur.
Oysa Allah’ın yarattığı her şeyin bir hayra bir şerre bakan
yönü vardır, bu Mukaddes Kitap için dahi böyledir. Onunla kimi yol bulur alaya
erer, kimi sapar da cehenneme yuvarlanır. Aşk da diğer tüm yaratılmış şeyler
gibi yüzü insanın istidadına, duasına, aczine ve istiğfarına göre ya hayra
döner, ya başa en büyük bela olur.Aşk denilen ateş topu, büyük bir enerjidir,
patlayabilir, insanın dünyasına bir kıyamet gibi kopabilir, ancak atom enerjisi
gibi kontrol de edilebilir, sayısız faydaya sevk edilebilir.
Aşk böylesine verilmiş bir gece rengi Arap Atı gibidir. O
vahşidir. Ama alemde ondan daha hızlı bir binek de yoktur. Efendi onu birine
hediye ettiyse bir hikmetle etmiştir. “Bu hediyeyi terbiye ile uğraşamam” deyip
çekip vurmak, bilhassa hediye sahibine hakarettir. Belki ilk anda sırtına
binemezsiniz, belki sırtına eyer vuramazsınız, ama usulca yaklaşıp onu tanımaya
çalışabilir, aranızda bir bağ kurabilir, oturup ihtişamla koşuşunu
seyredebilir, umulur ya ona dokunabilir,
onu ellerinizle besleyebilirsiniz. Bir gün gelir aşk size alışır. Siz de ona,
ve o vakit bir bütün olursunuz. O zaman binici ve binek ayırd edilemez olur.
Siz aşk olur, aleme de tüm isimlere de, Hakka da aşkın tarikinden vasıl
olursunuz.
Mecaziyi hakikiye çeviren aşk, biri için öbürünü küstürmeyen
aşk, güneşi darıltmayan aşk, ancak aşkı kalpten dışarı taşırmamakla, iç alemde
meşveretle ve ortaklıkla, tüm latifeleri eritmeden, yitirmeden tek bir zat
kimliğinde tevhid etmekle mümkündür. O
zaman aşkın gözü kör olmaz, Hakka bakar, O’nu müşahede eder.
l...Selam sizlere. Rabbiniz kendine sevgi ve merhameti farz kıldı...l...Ne mutlu sevgiyi kalbine yazanlara...
YanıtlaSil