31 Aralık 2012 Pazartesi


Hayata Dokunmak


Bazı insanlar yaşadıklarını ancak boğazlarına bir bıçak dayandığında anlarlar. Damarlarında dolaşan kanı hisseder, kollarını bacaklarını farkeder, nefes alıp verirken ağızlarından çıkan havayı görür, hayret ederler.
Bazı insanlar yaşadığını hissetmek için pahalı okullarını, lüks evlerini, sorumluluklarını, ailelerini, ayakkabılarını bırakıp giderler. Anlamsızca üst üste yığılan sosyal zorunluluklar hayatın önüne, yüze kat kat sürülen fondoten gibi sed çeker. Bir süre dayanılır, ama bir zaman sonra insan neye sıkıldığını, neyin kendisini nefessiz bıraktığını bilmeksizin tırnaklarını geçirir ve söker perdeyi. Görülecek ne varsa görmek ister dışarıda. Her şey öncekinden iyidir.

 Bazıları kendini dağlara vurur, yollara düşer, bazıları yapraklara dokunur, akan nehrin şırıltısını dinler. Kimi hayatı üşüyerek hisseder. Kimi bir şömine alevinde ısınarak, kimi birine dokunarak…
Bazı insanlar dokunulmaya dayanamazlar, çünkü yaşadıklarını hissetmek istemezler. Kollarını kimse için açamazlar, açılan kollara sığınamazlar, birinin göğsünde uyuyamazlar,birinin yanında uyanamazlar. Ötekini hissetmek istemediklerini sanırsınız, ancak aslında kendileridir hissetmek istemedikleri. Dokunmak, dokunulmak, aslında kendini hissetmektir. İnsan kendini ancak ötekiyle temas halinde hissedebilir. İnsan ötekine muhtaçtır.

Bazıları kendilerini, yazılı satırlara, kağıt tomarlara teslim ederler, insanlara bedel. Harfleri okurlar, ama insanları ve alemi okumayı bilmezler. Kağıtlar, karalanır, buruşturulur, fırlatılır. Kağıt ağaç değildir, kağıt hayat değildir. Hayata dokunmak değildir yazılı sayfalara dokunmak. Her buruşturulup atılan kağıtla aslında hayallerindeki hayatı buruşturup atarlar. Kainatı sağ eliyle düren ve kıyameti koparan tanrılardır onlar her seferinde.Öyle olmasını umarlar, vehmederler.  Tasarımlarını gerçeğe bedel kağıtlara yazarlar. Tasarım gerçek değildir.Tasarımı siz yaparsınız, gerçeği YARATICI…

Bazıları hakikate yaklaşmak için semboller seçerler. Semboller, simgeler, putlar. Elleriyle yapar, beğenileriyle seçerler, şekillendirirler. Bazıları ise Onun seçimlerine boyun eğerler. Kurban gibi boyun uzatırlar teslimiyetle. O seçince yaklaşılır. Semboller Onundur. Biz seçince put, O seçince şiar olur. Mürid O’dur…
Bazıları gerçekten hoşlanmazlar. Hatta gerçekliğe hiç dayanamazlar. Hayata sadece masa lambalarının ışığından bakarlar, yalnız kendi önlerini aydınlatır ışıkları. Ötesi alacakaranlık, ve dahi kapkaranlık. Parça bütünden koparılırsa görülemez. Her istiklaliyet çabası bir bütünden kopmaktır. Küll’den ayrılmak cüz olmaktır. İstiklal ekalliyyette kalmak demektir. Yalnız kalmak. Kimsesiz. Gerçek ancak güneş ışığında görülebilir.Gerçek, HAK’TIR.  Güneş, vahiy, nebevi hikmet…

Kimileri hayatlarında bir şeyleri değiştirmek ister. Neyi olduğunu bilemez. Koltuklarının yerlerini değiştirir. Yatak çarşaflarını değiştirir. Yatakta yattığı yeri, salonda oturduğu yeri değiştirir. Kahve içtiği fincanı değiştirir. Sırf hayata başka bir yerden bakmak için kilometrelerce yol kat eder ve mekan değiştirir. Ülke değiştirir. Kendini değiştirmeyi akıl edinceye dek yer değiştirir. Hakikaten, kendini değiştirmek kabil midir?
Kimileri “Ben buyum” der. “Beni böyle kabul et!”. Benini değişmez görür. Oysa ben dediğimiz, nefis dediğimiz şey, ne acaiptir ki, sürekli değişir. On yıl önceki kız ben miyim? Fotoğraflardaki, günlüklerdeki, hatıralardaki ben miyim? O bensem şimdi ben kimim? Ben sabit değildir. Benliğimiz değişir. Bazen bu iç bir sebeple bazen dış bir sebeple olur. İyi ki de değişir. Hayat biraz da benliğin değişmesidir. Değişmeyenlere şöyle demek lazım “Yoksa sen öldün mü?”

Herkes değişir de, değişim nereye doğrudur, ibtidaiye ve vahşete mi? Kemal ve cem’e mi? İnsan değişiminin kemale olduğunu nasıl ölçer? Yine insanla. Her şey kendi cinsiyle ölçülür. Ne kadar insanla samimane ittifak ve ihtilat içine girebildiğiniz, ne kadar çok insana cidden dokunabildiğiniz, ne kadar çok ferdin göz bebeğine bakabildiğiniz,  kalbinize koyabildiğinizle ölçülür kemal. Kemal cem olmak, önce insanla, sonra İnsanların Meliki ile…

“Tecellide tekrar yoktur”  der Sadreddin Konevi. Bir şeyleri değiştirmek için çırpınanlar da, değişmez sananlar da bundan gafildir aslında. Hiçbir şey aynı kalmaz. İsteseniz de istemeseniz de hayatı, eşyayı, varlığı elde tutamaz, sabit kılamazsınız. Evrende sabit hiçbir şey yoktur. Her şey bir menzile doğru akıp gider.Kimi cennete, kimi cehenneme. Sabit olan tek şey hareketin kendisidir. Hareket havl ve kuvvettir. O da ancak Allah’ın eliyle gerçekleştirilir. Kavi O’dur. Muharrik O’dur. Sadece ilk değil, hep  ve daimen. Siz isteseniz de istemeseniz de o sizi sürekli değiştirir. İstemeniz, iradenizi İradesine rabt etmeniz, sizin menfaatinizedir.
Subût ancak hakikatler için, hatta belki ancak hakikat-ül hakaik olan ayan-ı sabite için mümkündür. Nam-ı diğer, ilmi İlahi için…

Bazıları fark etmezler, çünkü pencerelerini hiç açmazlar. Perdelerini aralık göremezsiniz. Ne dışarı bakar onlar, ne de insanların kendilerine bakmasına imkan tanırlar. Yüzleri donuk, ifadesiz, cevapları rutin, hissiz. 
Gözlerinize hiç bakmaz bazıları, fark etmek istemezler birinin onları umursadığını. Her dikkatli bakış bir esaret zinciridir nazarlarında. Bağlanmaktan korkarlar. İnsanlardan korkarlar. Yaşamaktan ve hissetmekten korkarlar. Hayattan korkarlar. Canları yanacak korkusuyla hiç yaşamazlar.  Muhtaç olmaktan korktukları için muhtaç olmanın insanın hakikati olduğunu hiç fark edemezler. Korktukları, kendi hakikatleridir. Bir fark etseler, insanın lezzeti ihtiyacındadır, görürler…
Ölürler, hep ölürler, sevmekten ve ölmekten kaçtıkları için ölürler.

Bazıları arkasını döner insana, hayata, kainata. Görmek istemez gibidir gittiği yönü. Terstir her şeyi de yolculuğunun tepe taklak oluşu gibi. Bir sarma sigaraya tüm dünyasını sarar, yakar, ve içine çeker. Hayatın da sigarası kadar çabuk bitmesini diler. Uçuruma yuvarlanırken bile “aman ne uzun sürdü” dercesine canları sıkılan, kendilerinden ve her şeyden sıkılan, boğazlarına kadar usanca batmış insanlardır onlar.Onlara hayat bir “off”dur,  ta derinden gelen…

Bazen hayatı fark etmeniz için, çocuğuna insülin zerkini müteakip, sayılı lokmalar yediren bir annenin güvercin gibi kanat çırpışlarını görmeniz gerekir. Boyuna-posuna, endamına hayran olduğunuz, prensesleri andıran arkadaşınızın dağılmış yüz ifadesine, mütevekkil sözlerine, gülümsemeye çalışan yüzüne, kızının üzerinden ayırmadığı gözlerine, o gözlerdeki kaygılı titreşimlere bakmalısnız. Hayat ne kadar narin fark etmelisiniz, ne kadar kıymetli…

Bazıları annesini sevmez. Bırakır, unutur, terk eder. Bazılarını ise anneleri  unutur. Annelerinin unutuşu bile acıtmaz canlarını, öyle ya onlar annelerini uzun yıllar önce unutmuştur. Anne onlarla beraber hayatını unutur, kendini unutur, ismini unutur. Her unutuşta evlatlarını serzenişle süzen bakışlarından biri daha kaybolur. Bazıları annesini ömrünce öfkelendiği babası gibi terk eder. Bazıları hep nefret ettiklerine benzer. Kendinden de nefret eder.

Aslında anne dünyadır. Arz toprak, rahmetin tecelligahı. Rahm-ı mader-i insan. Dünyadan nefret edenler, annesinden nefret edenlerdir. Terk-i dünya anneyi terktir. Oysa İbn-i Arabi’nin dediği gibi dünya hayatında hüküm dünyaya aittir. İnsana düşense annesine hürmet etmektir. Anneye Allah’ın emrettiğini yasaklamadığı, yasakladığını emretmediği sürece itaat ve inkıyad edilir. Kendisini daima kucağında taşıyan, sonunda da bağrına yatırıp dinlendiren, secdelerin yüzüne değerek yapıldığı, ve yaklaşıldıkça RABBE yaklaşılan yerdir toprak. Her şeye bedel anne, semalara bedel arz. İnsan ancak annesini Rabbin emri gelince terk edebilir. 

Hicret ancak Onun emriyle yapılabilir. Yoksa bu Yunus’un terkine benzer.
Hayat bazen anne gibi kucaklar insanı, bazen de bir tokat atar. Kolları birine açmak risktir, sevmek risktir, biri size açık kalan yerinizden vurabilir. Risk almayanlar yaşamamayı seçerler. Hayatın tokadından korkup kucaklayışını da kaybederler. Hayat her varlığa kendi cinsinden bir sebeple yaklaşır. İnsana insanla. Tokat da kucak da, insandan insana.  Kendinizi kendinize yettiğiniz yalanıyla avutadurun bakalım! Hiçbir varlık kendine yetmez. Hele insan hiç yetmez. Ötekini kaybedenler kendilerini hiçbir zaman göremezler. Mümin müminin aynasıdır. Aynasız kalana kendini bilmek ve bulmak için yol yoktur. Kendini bilmeyen ise Rabbi ebeden bilemeyecektir.

Bir varlık bir şeye hakikati itibariyle sahip ise, o şey onu asla terk etmeyecektir. Hakikatler tebeddül etmezler. Aczi ve fakrı insanın hakikatidir. İnsanın muhtaciyeti hiç bitmeyecektir.
Tam da bu yüzden Allah ellerimizi hiç bırakmayacak…
Tüm annelerden daha Rahim olan! Seslenişimi duy! Elimi tut! Yanımda ol! Benimle kal! Sana muhtacım!
Yoksa, izninle hayattan istifa etmek gerekir…

1 yorum:

  1. Seccadede, annesinin dizine yatmış ağlayan bir çocuk gibi ağladığım olmuştu, öyle koştuğum namaza... Öylesine zamanında okudumki bu yazıyı. İyiki rastlamışım blogunuza.

    YanıtlaSil