“İnsanın vatanı kulluğudur, o ne zaman kulluğundan gaflet
ederse o zaman gurbette olur.”
İbn-i Arabi
Sabır, büyük işlerdendir. Sabr edene ilk lazım olan şey
umuttur. Umudu olmayanın sabrı da olmaz. Nasıl olsun ki, bir insan
çözülemeyeceğine inandığı bir derde nasıl tahammül etsin? Dert onu ezer geçer.
Ezilip geçilen yerde sabırdan söz edilemez. Sabır bir kıyamdır. Ayakta
duruştur. Dizleri titrese de pes etmeme, oturmama, yığılıp kalmama azmi
göstermektir. Sabır, Kayyum olana itimad etmektir. Haller ne denli değişirse
değişsin sabit olana güvenmektir. Değişmez olana, sağlam kulba tutunmaktır.
Ehl-i imanın her şeyi tükense de umudu tükenmez,
öyleyse her koşulda sabır mümkündür.
Sabır daima duaya
eşlik eder. Dua ve sabır iktiran ile bulunurlar. İktiran iki şeyin birbirine
gerçek sebep olmasalar da hep birlikte bulunması durumudur. Hep aynı anda,
peşpeşe, birbiri içinde, biri olmadan diğeri olmayan ikiz kardeşlerdir. Bunun
için ayette bizden “Sabır ve salat ile yardım istememiz” (Bakara 153) talep
edilir. Onların birlikteliği sünnetullahtandır.
Sabrederken dua etmek
bir itiraz değil midir?
İslam ümmetinde böyle düşünenler olmuştur. Duayı sabra zıt
görüp, kadere razı olmama addedenler bulunmuştur. Füsus müellifi bu hususta
‘kadere rıza’ anlamında dua etmeksizin dişini sıkan yaklaşımları eleştirir.
Allah duasız sabrı değil, dualı sabrı ister. Aksi insanın muhtaç olmayışı gibi
bir vehmi doğurur. Oysa bu hiçbir zaman mümkün değildir. İnsan daimi fakr
sahibidir, şifaya, halâsa, ferâha daima muhtaçtır. Bu yüzden bela ve musibetten
hoşnut olunmaz, yardımdan hoşnut olunur. Mümin celalden cemale sığınır.
Hallerin değişimi daima bir isimden bir isme doğrudur. Hep Allah’ta seyredilir
ancak, isimlerin kiminin kimine kıdemi vardır. Bu yüzden dilenecek şey, Onun
azabından rahmetine seyr etmektir.
Bu noktada rıza gibi tatmin oluş da (nefs-i mutmainne)
yanlış anlaşılmaktadır. Tatmin olmuş insan, elinde olandan başka bir şey
istemeyen insan değildir. Bu sonsuz için yaratılmış ruhun yapısına terstir.
Ancak nefs-i mutmainne, “Bu dünyada, bu koşullarda, bundan iyisi can sağlığı”
diyebilen nefistir. Dua etmeyen, istemeyen, arzu etmeyen, meyl etmeyen değil.
İnsan, Allah katından her hayra had safhada muhtaçtır. İstememesi düşünülemez.
Tatmin oluş ve rıza, olsa olsa verili olana kanaat etmek, koşullara uyum
sağlamaktır.
Sabır deyince Eyyub(as)’ı anmamak mümkün mü? İbn-i Arabi
Eyyub Fassı’nda sabrı duasız yapanları eleştirir. Onlar, razı olma durumunun,
duayla çeliştiğini sananlardır. Oysa dert insana dua için gönderilmiştir. Duayı
edinceye kadar da gitmeyecektir. Bazen duanın müddeti bir andır, bazen bir
ömür. Ama her dua müddetlidir, zira ömür
‘sayılı gün’dür. Şeyh bu konuda Eyyub peygamberi örnek gösterir. Hatta
onun ilkin duasız sabr edişini, sonunda dua ettiğinde de hastalığının inayetle
gidişini, hastalıktan maksadın dua olduğuna ispat için anlatır. Bize “keşke”
dedirtir, “Keşke daha evvel dua etseymiş”. Bizi “Tuzumu Allah’tan isterim,
ayakkabı bağım kaybolsa Allah’tan isterim” diyen Kemal Sahibinin(sav) ayakları dibine getirir.
Sabreden mutlaka hakikate erer.
İnsan devayı gökte ararken yerde bulabilir. Bunun tersi ise,
‘leğende ayı seyreden adam’ın halidir. İlk durumda adam, gökteki aya bakmaktan
burnunun ucundaki ışığı göremez haldedir. İkincisinde ise leğendeki görüntüden
asla başını çeviremez halde. İlk adama öğüt, yanıbaşındakine bakmasını
söylemekle, ikincisine ise başını kaldırıp göğe bakmasını söylemekle verilir.
Teşbihte ifrat edene tenzih, tenzihte ifrat edene teşbih öğütlemek lazımdır.
Bazen insan arayıp durduğu şeyin biteviye yanından geçer,
yazık ki onu fark etmez. Çünkü her ne kadar onu aramaya çıktıysa da, bulmaya
hazır değildir. Bu yüzden Eyyub Peygamber’e “Topuğunu yere vur” denilir.
Aradığı ayağının altındadır. Su ilme işarettir. O ilimle Eyyub(as) tamamlanır.
Eksiklik kemale dönüşür. Suyla yıkanmak kemale erişmeyi gösterir. Eyyub
Peygamber ne zaman ki, sabra duayı eklemiştir, o zaman eksik itmam olmuş,
kemale ermiştir. Kamilin marazı olmaz. Maraz, ruhi olsun bedeni olsun bir
sıkıntı, bir eza olarak algılanıyorsa, eksikliğe işarettir. Farz edelim bir
kamilin bir görünür marazı var. O hiç şüphesiz bize görünendir. Bizim gözümüze
hastalık gibi gelir. O kamile ise vız gelir…
İnsan afakta hakikati ararken, yanıbaşında da olsa hakikati
tanımayabilir. Kimi de var ki, kovaya başını sokacak kadar surete aldanır.
Suret avuçlanmakla hakikat ele geçirilemez. Hakikat size dilerse gelir,
dilediği surette gelir, dilediği dilde gelir. Siz seçemezsiniz, hakikat sizi
seçer. Şayet o lütfa mazhar olduysanız, onu “Benim beklediğim bu değildi”
diyerek, değişken suretlerin içlerinde tecelli eden Vahid’i görmeyerek,
gücendirmeyin.
Onu sabır ve salat ile bekleyin, gelmemesi düşünülemez.
Nasıl gelir? O bilinmez.
Hakikat sürpriz yapmayı, hayrete düşürmeyi sever.
*Hulk: Ahlakın tekili
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder