29 Aralık 2012 Cumartesi


“İnsanın vatanı kulluğudur, o ne zaman kulluğundan gaflet ederse o zaman gurbette olur.”
                                                                                                                                İbn-i Arabi

Sabır, büyük işlerdendir. Sabr edene ilk lazım olan şey umuttur. Umudu olmayanın sabrı da olmaz. Nasıl olsun ki, bir insan çözülemeyeceğine inandığı bir derde nasıl tahammül etsin? Dert onu ezer geçer. Ezilip geçilen yerde sabırdan söz edilemez. Sabır bir kıyamdır. Ayakta duruştur. Dizleri titrese de pes etmeme, oturmama, yığılıp kalmama azmi göstermektir. Sabır, Kayyum olana itimad etmektir. Haller ne denli değişirse değişsin sabit olana güvenmektir. Değişmez olana, sağlam kulba tutunmaktır.
Ehl-i imanın her şeyi tükense de umudu tükenmez, öyleyse  her koşulda sabır mümkündür.
 Sabır daima duaya eşlik eder. Dua ve sabır iktiran ile bulunurlar. İktiran iki şeyin birbirine gerçek sebep olmasalar da hep birlikte bulunması durumudur. Hep aynı anda, peşpeşe, birbiri içinde, biri olmadan diğeri olmayan ikiz kardeşlerdir. Bunun için ayette bizden “Sabır ve salat ile yardım istememiz” (Bakara 153) talep edilir. Onların birlikteliği sünnetullahtandır. 

Sabrederken dua etmek bir itiraz değil midir?
İslam ümmetinde böyle düşünenler olmuştur. Duayı sabra zıt görüp, kadere razı olmama addedenler bulunmuştur. Füsus müellifi bu hususta ‘kadere rıza’ anlamında dua etmeksizin dişini sıkan yaklaşımları eleştirir. Allah duasız sabrı değil, dualı sabrı ister. Aksi insanın muhtaç olmayışı gibi bir vehmi doğurur. Oysa bu hiçbir zaman mümkün değildir. İnsan daimi fakr sahibidir, şifaya, halâsa, ferâha daima muhtaçtır. Bu yüzden bela ve musibetten hoşnut olunmaz, yardımdan hoşnut olunur. Mümin celalden cemale sığınır. Hallerin değişimi daima bir isimden bir isme doğrudur. Hep Allah’ta seyredilir ancak, isimlerin kiminin kimine kıdemi vardır. Bu yüzden dilenecek şey, Onun azabından rahmetine seyr etmektir.

Bu noktada rıza gibi tatmin oluş da (nefs-i mutmainne) yanlış anlaşılmaktadır. Tatmin olmuş insan, elinde olandan başka bir şey istemeyen insan değildir. Bu sonsuz için yaratılmış ruhun yapısına terstir. Ancak nefs-i mutmainne, “Bu dünyada, bu koşullarda, bundan iyisi can sağlığı” diyebilen nefistir. Dua etmeyen, istemeyen, arzu etmeyen, meyl etmeyen değil. İnsan, Allah katından her hayra had safhada muhtaçtır. İstememesi düşünülemez. Tatmin oluş ve rıza, olsa olsa verili olana kanaat etmek, koşullara uyum sağlamaktır.

Sabır deyince Eyyub(as)’ı anmamak mümkün mü? İbn-i Arabi Eyyub Fassı’nda sabrı duasız yapanları eleştirir. Onlar, razı olma durumunun, duayla çeliştiğini sananlardır. Oysa dert insana dua için gönderilmiştir. Duayı edinceye kadar da gitmeyecektir. Bazen duanın müddeti bir andır, bazen bir ömür. Ama her dua müddetlidir, zira ömür  ‘sayılı gün’dür. Şeyh bu konuda Eyyub peygamberi örnek gösterir. Hatta onun ilkin duasız sabr edişini, sonunda dua ettiğinde de hastalığının inayetle gidişini, hastalıktan maksadın dua olduğuna ispat için anlatır. Bize “keşke” dedirtir, “Keşke daha evvel dua etseymiş”. Bizi “Tuzumu Allah’tan isterim, ayakkabı bağım kaybolsa Allah’tan isterim” diyen  Kemal Sahibinin(sav) ayakları dibine getirir.
Sabreden mutlaka hakikate erer.

İnsan devayı gökte ararken yerde bulabilir. Bunun tersi ise, ‘leğende ayı seyreden adam’ın halidir. İlk durumda adam, gökteki aya bakmaktan burnunun ucundaki ışığı göremez haldedir. İkincisinde ise leğendeki görüntüden asla başını çeviremez halde. İlk adama öğüt, yanıbaşındakine bakmasını söylemekle, ikincisine ise başını kaldırıp göğe bakmasını söylemekle verilir. Teşbihte ifrat edene tenzih, tenzihte ifrat edene teşbih öğütlemek lazımdır.

Bazen insan arayıp durduğu şeyin biteviye yanından geçer, yazık ki onu fark etmez. Çünkü her ne kadar onu aramaya çıktıysa da, bulmaya hazır değildir. Bu yüzden Eyyub Peygamber’e “Topuğunu yere vur” denilir. Aradığı ayağının altındadır. Su ilme işarettir. O ilimle Eyyub(as) tamamlanır. Eksiklik kemale dönüşür. Suyla yıkanmak kemale erişmeyi gösterir. Eyyub Peygamber ne zaman ki, sabra duayı eklemiştir, o zaman eksik itmam olmuş, kemale ermiştir. Kamilin marazı olmaz. Maraz, ruhi olsun bedeni olsun bir sıkıntı, bir eza olarak algılanıyorsa, eksikliğe işarettir. Farz edelim bir kamilin bir görünür marazı var. O hiç şüphesiz bize görünendir. Bizim gözümüze hastalık gibi gelir. O kamile ise vız gelir…

İnsan afakta hakikati ararken, yanıbaşında da olsa hakikati tanımayabilir. Kimi de var ki, kovaya başını sokacak kadar surete aldanır. Suret avuçlanmakla hakikat ele geçirilemez. Hakikat size dilerse gelir, dilediği surette gelir, dilediği dilde gelir. Siz seçemezsiniz, hakikat sizi seçer. Şayet o lütfa mazhar olduysanız, onu “Benim beklediğim bu değildi” diyerek, değişken suretlerin içlerinde tecelli eden Vahid’i görmeyerek, gücendirmeyin.

Onu sabır ve salat ile bekleyin, gelmemesi düşünülemez.
Nasıl gelir? O bilinmez.
Hakikat sürpriz yapmayı, hayrete düşürmeyi sever.

*Hulk: Ahlakın tekili


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder