27 Aralık 2012 Perşembe


Masallar Gerçekten Sadece Masal mıdır?

Kızımı ve arkadaşlarını oyuncak müzesine götürdüğüm bir hafta sonuydu. Onlara yıl boyu ders veren ablaları Yasemin ve Emine de yanımızdaydı. Önceden “arabada beklesem de onlar gezse” diye mütereddit durduğum halde, sonradan kendimi nasıl olduğunu anlamadan oyuncakların büyülü dünyasına kaptırmış buluverdim. Ne bu dünya yalnız ve katıksız bir  gerçekti, ne oyuncaklar sadece oyuncak. Bizim çokça ciddiye alıp yaşadığımız olaylar ve hadiseler kimi zaman bir oyun kuran çocuğun dünyasından daha az anlamlı oluyordu. Dünya hayatı bir oyun ve oyalanmadan ibaretti. Ancak her oyun içinde hakikate bir işaret bir remiz bulunduruyordu. Oyuncaklar ise yapıldıkları dönemin sosyal kültürel zeminini, yaşam biçimlerini, zihniyetlerini anlatıyorlardı.

Sufiler der ki “Doğrudan laf ancak ahmağa söylenir, ârife işaret yeter.” Üstadımız da bunu “Mecaz avâmın elinde hakikate inkılab eder” sözü ile tasdik ediyor. Sutûr-u hadisat altında hakikat anahtarları gizleniyor. Her münferid olay bir büyük külliyetin parçası ve külli bir kanuna istinat ediyor. Bunları düşünerek dolaşıyorum beyaz köşkün koridorlarında. Yorgunluk çöküyor ve kafeteryada birer meşrubat ikram ediyorum büyük ve küçük kızlara.

Tam o esnada eski bir arkadaşımı görüyorum, çok derinlerden sevdiğim bir kız, bir çocukluk arkadaşım Dorothy. “Yoksa Dorothy’i tanımıyor musunuz?” diyorum kızlara. Bizim minik hariç kimse tanımıyor Kansas’lı teyze ve eniştesiyle yaşayan bu yalnız küçük kızı. Ben Dorothy’i hiç unutmadım, çünkü onda bana hep beni hatırlatan bir şeyler vardı. Öyle ya gittiğimiz her yerde, sevdiğimiz her kişide kendimizden bir parça ararız, bulduk mu o zaman mekanlar, insanlar bizim için ayrılamayacağımız birer dost olur. Bir kişiyi ne kadar kalbinize gömerseniz o kadar sizin demektir. Bu tıpkı şehirlerin sahiplerinin mezarlıklara bakılarak belirlenmesi gibidir. Üzerinden zaman da geçse, tozlu raflara da kalksa, kalp toprağına gömülü her dost, karşınıza çıktığında, yahut ondan bir alametle karşılaştığınızda bâs-ü badel mevt gibi tüm tarihçe-i hayatı ile karşınızda dirilir. Siz de sanki hiç ayrılmamış gibi bitimsiz bir muhabbetle ona sarılırsınız. Kim bilir belki haşirde sevdiklerimizle karşılaşınca da böyle hissedeceğiz.

OOO! Ben Dorothy’le  düşüncelere, anılara dalıp gitmişken bakıyorum da hem büyük hem küçük kızlar evvelce oturdukları yerleri bırakıp bir masanın etrafına doluşmuşlar, “Mona abla bize masal anlatacak” der gibi gözlerimin içine bakıyorlar. Kendimi yaşlı hissediyorum, masalcı nineler gibi. Ne yapalım hakikat bu, ben onların hepsinden daha yaşlıyım, anlatacak daha fazla şey biriktirmişliğim bu yüzden. Bu merakla parlayan gözleri nasıl geri çevirebilirim ki, hiç bir şey bulamasa bir şeyler uydurur insan bu beklentiye cevap verebilmek için. "Beklentiye cevap vermek" bir riya mı? Hayır hayır. Üzerimde tecelli eden ism-i Vedud beklentilere de elimden geldiğince cevap vermemi vacip kılıyor. “Oz Büyücüsü kitabını okumalısınız, yahut filmini izlemelisiniz” diyerek söze başlıyorum, her bir ayrıntısı bir anlam içeren, tüm imgeleri bir şeye işaret eden, mesel ve hikaye ile hakikate hayal yolundan kapılar açan bir kitap Oz Büyücüsü. Temiz bir İsevi zihnin ürünü, İncil’deki hikayelere çok benzeyen bir anlatım dili var, bir küçük kızın üzerinden bize bu dünyadaki serüvenimizi anlatıyor. Yahut ben hep öyle düşünmeyi tercih ettim.

Hristiyanlıktaki tasvir serbestisi onlara hikaye anlatmada, resimde ve son yüzyılda sinemada bir yetkinlik vermiş. Bu alanda kabiliyetleri gelişmiş, Allah’ın farklı ümmetlere verdiği farklı yetenekler bunlar. Hayırda yarışmak için kullanılması gerek. 

Dorothy Kansas’lı demiştik ya, Kansas’ın ve sair Orta Amerika’nın baş belası kasırgaları malumunuz.
 Kocaman bir hortum Dorothy’nin evini alır ve bambaşka bir dünyaya uçurur. Artık memleketinden ve akrabalarından ayrı düşmüş küçük kız, var gücü ile evine dönme yolu arar durur. Hemen yolculuğun ilk şaşkın ve telaşlı anında karşısına Kuzeyin Cadı’sı çıkar, bu iyi bir cadıdır, küçük kıza yardım eder. Bana melekleri hatırlatır bir benzeri de güneyde bulunan Güney Cadısıdır. Söylediği şey şudur. “Sarı taşlı yoldan ayrılma, bu yol seni Zümrüt Şehre götürür, orada Oz Büyücüsünü bulacaksın, o evine nasıl döneceğini bilir.” Yapılacak şey bellidir, bu acaip memleketin her yerinde kesintisiz devam eden sabit ve değişmez tek unsur sarı taşlı bu yoldur. Ondan ayrılmayarak Dorothy sırat-ı müstakimi takip edecektir. Bir de çeldiriciler vardır, olmaz mı? Doğunun cadısı Dorothy’nin evi yüzünden ölür, Batı Cadısı ise kız kardeşinin intikamını almak ister, tek derdi Dorothy’yi sarı taşlı yoldan ayırmaktır, zira sadece o zaman küçük kıza tesir edebilecek, kötü planlarını gerçekleştirebilecektir. Kötü kız kardeşler Doğu ve Batı Cadıları insana musallat olan sağdan ve soldan yaklaşan şeytanları hatırlatır. Tüm güç ve nüfuzları seni yoldan çıkardıktan sonradır.

Oz Büyücüsü ise peygamberleri çağrıştırır. Zira melekler değil onlar insanı sahili selamete çıkaracak yolun rehberidirler. Hikayedeki Oz Büyücüsünün de Dorothy’nin geldiği dünyadan gelmiş olması bunun açık bir kanıtıdır. O da memlekete dönmek istemektedir, beraber döneceklerdir. Zira ahiret yurdumuza asli vatanımıza kavuşmak ancak peygamberlerin elini tutmakla mümkündür. Oz Büyücüsü Dorothy’i bir balonla götürecektir. Zira göksel krallığa ancak semaya uruç edilerek gidilebilir, yürüyerek gidilen her yer cehenneme çıkar.  Tüm yolculuk sırasında Batı Cadısı faaldir. Etrafı çiçeklerle bezer, üzerlerine uyutucu büyüler yapar. Dorothy sadece çiçeklere bakmak ister, onları koklamak, dokunmak, ne kadar masum bir istektir güzelliğe çekilen insanın isteği, ne kadar tatlıdır muhabbetle cezb olmak. Ama insan gaflete düşer. Uyur. Dorothy gibi. Çiçeklerin arasında bir ölüm uykusudur bu. Cadı zafer mi kazanmıştır? Dorothy uyuyakalmıştır.

Yalnız değildir küçük kız. Yolculuğun başından bu yana yanında kendisine yol arkadaşlığı eden varlıklar vardır. İlki ve en yakın dostu Korkuluk. Oz Büyücüsüne gitmek niyetindedir. Korkuluğun kalbi vardır ama aklı yoktur, bir akıl isteyecektir büyücüden. Korkuluk bana insanların tarımla meşgul oldukları eski dönemlerin insanlarını hatırlatır. Bilim yoktur, aklı işletmek için çok da hacet yoktur. İnsanlar cahil, ama iyi yüreklidirler. İkinci dost Teneke Adam’dır. Bana sanayileşme çağındaki insanları anımsatır. Teneke adam güçlüdür, dayanıklıdır, akıllıdır, ama kalbi yoktur. O da bir kalp istemektedir. Zaman zaman ağlayacak gibi olur paslanır. Zira modernitenin çarkında bir dişli, bir makine, bir robot olan insanın ne hüzünlenmeye, ne depresyona girmeye hakkı vardır, ağlamamalıdır, ağlamak devreleri bozar, insanın verimliliği düşer. Oysa ağlaması Teneke Adam’ın bir kalbi olmasının da başlıca şartıdır. Ağlamalıdır ki bir kalbi olsun, öyle ya gözyaşları kalp işaretidir. Ve üçüncü dost Aslan’dır. Aslan ama korkak. Biraz cesaret istemektedir. Oz Büyücüsüne bu yüzden gidecektir. Aslan hayvanlar aleminin kralıdır oysa, güçlüdür, cesurdur, asildir, efendidir. N'olmuştur aslana böyle, her şeyden korkar hale gelmiştir? Modern dönem sonrası insan kainatın efendiliğinden hurdebini bir mikroptan kayan bir yıldıza kadar her şeyden korkan en zelil yaratığı derekesine aynen böyle düşmemiş midir? Oz Büyücüsü aslana cesaret vermeyecektir, ona kendi hakikatini öğretecektir. Kendi hakikatini öğrenen aslan zaten hiçbir şeyden korkmaz aleme meydan okur bir hale gelecektir.

İnsanın dosta ihtiyacı vardır. Yoldaşlarımız da biz de ihtiyaç sahibiyiz, eksik ve kusurluyuz, tamamlanmaya muhtacız, tekamül etmek istiyoruz. Birlikteliğimiz bize birbirimizin eksiklerini tekmil etmek için verilmiş. Yol boyu küçük kızın cesareti aslana ne kadar lazımsa, aslanın şefkati de Dorothy’e o kadar lazım. Korkuluğun kalbi Teneke Adama, Teneke Adam’ın aklı korkuluğa gerekli. Arkadaşları ise uyuyan Dorotyh’yi uyandırmak için hayati önem arz ediyorlar. Evet, Dorotyh cadının tuzağına düşüyor, ama tuzaktan onu dostları kurtarıyorlar. Hepimizin bizi düştüğümüz tuzaklardan kurtaracak dostlara ihtiyacımız var. Yoksa hangimiz bir şeylerle büyülenip sapıp gitmiyoruz ki…

Yaşadığımız yer bir Zümrüt Şehir de olsa, bu memlekette nice harikalar da bulunsa, biz evimizi ve Sahibimizi özlüyoruz. Hiçbir çiçek kokusu, hiçbir gümüş at, hiçbir zümrüt şato, hiçbir yaman sevda evimizden ayrılığın Efendimizden uzaklığın kalbimizde tutuşturduğu ateşi söndüremez. Bu dünyada asla rahat etmeyeceğiz, etmeyiz, etmemeliyiz! İnsan ancak evinde rahat eder. Biz bir kasırganın bu dünyaya düşürdüğü küçük kız gibi yolumuzu arıyoruz. Sarı taşlı yoldan devam edeceğiz. Oz Büyücüsünü bulacağız, onunla eve döneceğiz. Dostlarımızdan da kusurlarına rağmen ayrılmayacağız. Bize teklif edilen Oz Ülkesinin hükümranlığı da olsa Dorothy gibi “hayır” diyeceğiz, çünkü biz de evimizi özledik. Biz ancak bu dünyanın oyuncaklarını bize evimizi hatırlattıkları için seviyoruz. Tıpkı benim Dorotyh bebekle çıktığım yolculuğu, kızıma okuduğum her masalda hayalime düşen imgeleri sevmem gibi.

Masallar yalnızca masal değildir. Ben kızıma masalları okurken, onunla çocuk filmleri izlerken onları bir kez daha anlamlandırmayı öğrendim, görmek isteyen gözler için masallarda çok güzel hakikatler gizlidir. Siz bir de bu nazarla bakın, iddiaya girerim çocukken okuduğunuzdan çok daha lezzetle masalları okuyacaksınız. 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder