YARALARA ŞİFA NE?
Ey Hikmet! Yaralarıma
in lüfen.
Füsus-ul Hikem’in girişinde İbn’ül Arabi ‘Kelimlerin kalbine
hikmetleri indiren Allah’a hamdolsun’ diyerek söze girer. ‘Kelim’ metnin orjinalindeki
ifadedir. Çeviride ‘kelimeler’ olarak yazılmış. Zira kelim, kelimenin
çoğulu. Bu vecihten bakacak olursak,
kelime, günlük dilde kullandığımız sözcükle eşdeğer, hikmet ise anlama mukabil
geliyor. Kelimeler, onlara anlamlar indirilmese bir şey ifade etmiyorlar. Kendi
başına bir anlam taşımıyorlar. Bir ‘İndiren’e muhtaçlar.
Bu sözün ardından ‘Dillerinizin renklerinizin çeşitliliği
Allah’ın ayetlerindendir’(Rum 22) mealindeki ayet-i kerime hatırıma geliyor.
Sufilerin ‘Dilin gavuru olmaz, insanın
gavuru olur’ sözünü hatırlıyorum. Ardından bir arkadaşımla ‘Cennetin dili
Arapça mı?’ konulu tartışmamızı.
Ona şöyle demiştim: “Sadece Araplar müslümanken bu doğruydu,
sonra Farslar müslüman oldular ve ‘Cennetin dili Farsça’ denildi, bunu
Türklerin müslüman olması takip etti. Kanaatim o ki, bugün ne kadar müslüman
varsa cennetin de o kadar dili var, bu insanların Allah’a dua eden dillerinin
cennete girmemesi mümkün mü? Varsın Sırpça ile aynı olsun Boşnakların dilinin
cennete girmemesi mümkün mü? Malcolm X’in, Cat Stevens’ın ve onların sembolize
ettiği siyah ve beyaz İngilizce konuşan müslümanlarla İngilizce’nin cennete
girmemesi mümkün mü? İla ahir Fransızca’yı ve sair dilleri sen kıyas ediver.”
Sözcükleri öğreten O, içlerine anlamları indiren de O.
Sözcük bedenlerinde anlam ruhlarını hayatımızda etkin kılan O.
Kelim ifadesini ‘yara’ olarak çevirmemiz de mümkün. Zira
bunu bizzat Şeyh’ül Ekber Fütuhat-ı Mekkiye’de yapıyor. Kelimeler sadece sözlük anlamlarına bakılarak
değil, bir yazarın onları çeşitli yerlerde nasıl kullandığına bakarak da
anlaşılır. Zira her müellifin kendine has bir nefesi ve o nefesi üflediğinde
kendine has biçimlenen kelimeleri vardır. Şeyh’in eserlerini birbirini şerh
etmek için okuyorum. Kelim, yara demek olunca, hikmet de yaraya iniyor olmalı.
Demek hikmet şifa verici bir sır. İnsan ise yaralı varlık. Ney gibi asli
vatanından ayrıldığından içi delinip boşaltıldığından beri yaralı. Yaralara
ilaç ise hikmet. Yaranın sebebini, neticesini, veriliş maksadını ve şifa
çaresini bilmek, insana Mısri gibi ‘Derdim bana derman imiş’ dedirten bir
muamma. Hikmete muhtaç oluşumuzu ancak yaralı olunca anlıyoruz. Hikmet,
içimizdeki yaralara, yarılmış toprağa ekilen tohum gibi ekiliyor. Bizden maksat
neyse, ayn-ı sabitemizde belirlenen neyse, muvafakat edip rıza gösterdiğimizde,
bizden neşv-ü nema buluyor da intişar ediyor, ağaç oluyor, meyveye duruyor. Biz
şimdi o meyvelere hamileyiz. Onları ahirette göreceğiz inşallah.
Hatta bazen bu dünyada dahi insan yarasına indirilen hikmet
tohumlarının açtırdığı çiçekleri görünce, yaralı oluşuna hamdediyor. İyi ki
yaralıymışım dedirten, yaranın anlamından başka ne ki? Yaralarımız hikmetle cem
olunca hayatımızın boşu boşuna geçip gitmediği, elimizde kalan birşeylerin
olduğu hissi kalbe geliyor.
En çok bu duayı ediyorum ‘Hayatım boşa geçmesin lütfen!’.
Kelimelerin bir sureti var. Bir ceset, bir elbise, bir
biçim. Harflerin hava aleminde bıraktıkları iz. Kulağa gelişleri ve onu
titretişleri. Kalbin ve sair latifelerin akıl devre dışı olsa dahi onlardan
istifade edişleri. Hiç bilmediği bir dilde dua eden insanın kelimelerine
faydasız denilebilir mi? Yahut anlamını bilmeyince tesirsiz mi kalır zikir?
Elbette hayır. Risale müellifinin dediği gibi, kelimeler hele hele de vahyin
yahut peygamberlerin kelimeleri anlamlarını bilseniz de bilmeseniz de,
düşünseniz de düşünmeseniz de değerlidirler. Bu, hiçbir şey söylemediği halde,
hali ile tesir sahibi bir insanı andırır. Kelime belki size bir şey söylemez
ama kulağınıza bıraktığı tını, kalbinize bıraktığı his size dokunur. Hatta
bilir misiniz kelimelerin ilk çıktıkları ağıza göre kokusu vardır. Kimileri bir
sözün Efendimiz’e ait olup olmadığını kokusundan anlarlarmış. Bunun için öyle
arif bir burun lazım tabii. Hele bir de anlamı idrak edilerek, dile ve kalbe,
aklı ve müfekkireyi eşlik ettirerek, hele hayali yanlarına yoldaş ederek söylenen
bir kelime-i tayyibe nelere kadirdir, siz hesap edin.
Kelimeyi tayyip yapan nedir? Bir sözün değeri biçimi kadar onu kimin söylediği ile de
ilişkilidir. Öyleyse kalbinde iman, aklında hikmet olanın ağzından çıkan kelime
temiz bir elbise içindeki güzel bir ruhtan başka ne olabilir ki?
Bir başka vecihle bakılırsa, kelime insan-ı kamile, hassaten
peygamberlere işaret ediyor. Onların kalbine inen hikmet ise, ilham ve vahiy
olmalı. Bu öyle hamde değer bir husus ki, tüm insanlık bu inen hikmetle aydınlanıyor.
Ahirete uzanan yol bu hikmetle bulunuyor. Her bir peygamber bir kelime olunca
insan zihni bir kıyasa gitmeden edemiyor. Kelime değilsek biz neyiz, kamil
olmayan insanlar, yolda olanlar, seyr edenler. Birer harf hatta belki birer
hece, en iyi ihtimalle. Kelime olmaya yolumuz var, belki de kemal buluruz,
kelime oluruz. Hikmet bizim de kalbimize iner. Kendi kelimemizi bulmak
harflerimizi biraraya getirmekle mümkün.
Harfler ise bizde tecelli eden
isimlere tekabül ediyor olmalı. Kelimemizi oluşturan harfler, bizde biraraya
geldiğinde, yani üzerimizde tecelli etmesi gereken isimler mütecelli olduğunda,
aynamız onları tastamam içine alacak denli pürüzsüz ve paralel durduğunda biz
de bir kelime olabiliriz. Umut var, kemal bulabiliriz. Kuşkusuz peygamber olamayız,
o kapı artık kapalı. Ama insan-ı kamil
olabiliriz, kabımız dolabilir, Allah’ın inayet ve keremiyle…
Bir ikinci umut da tek tek harflerin bir araya tesanüdle
gelişinden, uhuvvet ve cemaat sırrından kelimelerin oluşabileceği fikriyle geliyor.
Belki teker teker kemal bulamayız ama muhabbet ve dua ile omuz omuza verebilir,
birbirimizin hayatını, seyrini paylaşabilir, birlikte anlamlı olabiliriz.
İnşallah. Allah’tan birileri için böyle tamamlayıcı bir dost olmayı, beni
tamamlayacak kimseleri de bana dost kılmasını niyaz ediyorum.
Bir tek cümlesi bir çırpıda akla şu yukarıda saydıklarımı
getiren Füsus nasıl bir hikmetler kitabı. Zaten gelenek Muhyiddin ibnül
Arabi’yi bir ilim ve hikmet deryası olarak tavsif etmiş. Kelamın insana
verilmiş en büyük nimet olduğunu söyleyen bir derviş geliyor aklıma. Bir de
kelam ile kemal arasında bir bağ var diyerek bir sadık rüyada Efendim’in(sav)
kulağıma fısıldayışı. Sonrasında bir yerde şaşkınlıkla öğreniyorum ki,
Arapça’da bir kelimenin kök harfleri yer değiştirdiğinde hasıl olan kelimenin,
önceki kelime ile bir bağlantısı olduğu düşünülürmüş.*Hayret…
Tekrar hamd ediyorum. “Hamd yalnız Allah’adır, ama insanların çoğu
bunu bilmez” (Nahl 75) ayetini zikrediyorum. Füsus’daki hikmeti de, ondan
fehmime gelen hikmeti de, indirenin O olduğunu biliyorum. Kelam ile kemal
bulmayı, bir kelime olmayı diliyorum.
*Dücane Cündioğlu
Mona İslam
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder