Biz kadınlar iyi
hesap yaparız.
Biz kadınlar iyi hesap kitap yaparız.
Kendi zayıflığımızı, muhtaçlığımızı, bağımlılığımızı ölçeriz
önce. Bir de bakarız, birine sormadan iş yapamaz olmuşuz, biri götürmeden bir
yere gidemez, izinsiz karar alamaz, tek başımıza ayakta kalamaz hale gelmişiz. Kendimize
acırız.
Sonra dayandığımız duvarlara, tutunduğumuz dallara bakarız.
Ne kadar sağlam, ne kadar emin olduklarını ölçeriz. Biliyorsunuz değil mi, biz
soyut şeyleri de ölçebiliriz. Hele de yıllarca laboratuvarda ölçümler yapmak,
tekrar tekrar denemek ve hata paylarını bulmak olmuşsa işimiz, aklımızı da
duygularımıza katar varlıkları öyle ölçeriz. Çok hafiftirler, dokunsanız
dağılırlar. Varlıklara acırız.
Zayıf zayıfın halinden anlar. Biz de zayıfız, dayandığımız varlıklar da. Bize de merhamet lazım onlara da. Bir ince hesap daha yaparız, Kitap ona ‘îsar’ der. Mü’min kardeşimin nefsini kendi nefsimize tercih ederiz, biz de muhtaç olsak da. Ne kadar merhamete ihtiyacımız varsa o kadar merhamet ederiz varlığa. Ne kadar muhtaçsak o kadar kollarız yanımızdakini. Biliriz ki hesap bize döner. Bu bir metafizik ilkedir, asla şaşmayan. Merhamet ettikçe merhamet olunuruz, affettikçe affediliriz,kusurları örttükçe örtülürüz, gözel gördükçe güzelleşiriz, hangi tecelligahta bilinmez ama geleni illa Hak’tan biliriz.
Biz kadınlar derin bakarız. Gözlem yaparız. Gözlemimize, duygularımızı, sezgilerimizi de katarız. Bir de aklı selime tutunabilirsek, duygularımızın ateşi uygun sıcaklığa kadar ılınır. Soğuk da olmayız ama kimseyi de yakmayız. Sıcacık bir çay gibi ısıtırız kalbimizi içine bir tutam baharat katarız, kokular çayı uzaklara taşır. Kokular melekleri çağırır. Buna basiret der bazıları. Basiret sadece akılla olmaz, duygular da gerekir eşyanın ardını görmek için. Bir nevi radyoaktif dalga, ya da onun ruhu olan soyut bir mana. Rüyada gördüğümüz göksel gözün basiret olduğunu biliriz. Biz maddeyle mananın aslında aynı şey olduğunu, bir vahidin iki yüzü bulunduğunu, hele bir de bize bir büyük adam “hem onu hem onu” demeyi öğrettiyse hemencik kavrarız.
Gözlemlediğimiz alemde iyi ve kötünün içiçe geçmişliğini
fark ederiz mesela. Önce kendimizde. Kusurlarımızı görürüz, hata ve günahlarımızı,
eksiklerimizi, uzaklıklarımızı. İyiliklerimizi de biliriz. Emeklerimizi,
fedakarlıklarımızı, merhametimizi, affımızı. Kalbimizi biliriz, bir de aklımızı. Nefs-i
natıkamızı sağımıza nefs-i hayvanimizi solumuza alırız. Sonra ötekinin de öyle
olduğunu anlarız. Ve gönül terazisiyle tartarız, iyilikleri ağır basana
kalbimizde asla yok olmayacak bir mekan bağışlarız. Kötülükleri ağır basana
ise, “Kötülük ademdir kardeşim, Allah sana hidayet versin” der, kötülüğün fani
olacağını bir gün kötünün de bizimle aynı çizgiye geleceğini, Hüda’nın O
olduğunu, tüm yolların Ona çıktığını hatırlarız.
Biz kadınlar her ayrıntıyı aklımızda tutarız. Bazılarımız bununla birinin hayatını çekilmez kılar. Bazıları bunu karşısındakinin nefesini kesmek onu kelimelerde boğmak için yapar. Şükür ki hepimiz öyle değiliz. Sevdiğimiz insanların iyi kötü tüm cümlelerini hatırlarız. Onlar unutur biz unutmayız. Bu yüzden söylem eylem tutarsızlıklarını dedektör gibi algılarız. Bu yüzden herkese ailesi gibi davranmayı öğütleyen ancak sıkıştığında ben diyenlere şaşarız. Bu yüzden kolay inciniriz ancak çabuk toparlanırız. Çünkü söylenen bir sözün ‘bir’ değil ‘çok’ olduğunu anımsarız. Her insanın perçeminden tutanın Rabb olduğunu hatırlarız sonra. Herkesin yürüyeceği bir yol, varacağı bir makam vardır. Kimse kimseyi yolundan alıkoymamalıdır. Zaten ardından yürünen Rabb olunca kim kimi yoldan çıkarabilir. Kimse bir diğerini yolundan çevirme kudretine kimse bir diğerini kontrol etme selahiyetine sahip değildir. Kimse kimsenin sahibi değildir. Ancak herkes bir diğerine emanettir, en üzücüsü emanete ihanettir iliklerimizde hissederiz. Biz yolumuz bir makasla ayrılsa da dostlara muhabbetle bakarız, cahillere de selam der geçeriz. Biliriz yolların hepsi Rahman’a çıkar. İncinmişlikler Rahman’a varınca siliniverir. Onu şimdi hatırlamak bile, incitenleri bize affettirir.
Hafızamızı diri tutanın Hafiz olduğunu biliriz mesela. Onun hatıralarımızı da bizi de koruduğunu başka bir koruyucuya muhtaç olmadığımızı, Onun dilerse başımıza meleklerden ordular dikeceğini, bir sözümüzle dostlarımızın koşup gelip dualarla niyazlarla üstümüze kalkan gereceklerini, cevşenler okuyup dokuyup bize “Bunu giy.” diyeceklerini biliriz.
Kimileri bizim merhamete ehil olmadığımızı sanır. Oysa sadece doğurduğuna sadece yakınına ancak hayvanlar merhamet eder. Onların mekanı dardır, zihni dardır, ötesini görmezler bilmezler hissetmezler. Ellerini uzattıkları kadardır merhametleri. Biz sadece kadın olmadığımızı biliriz. Biz insanız. En çok kadından şu olmaz bu olmaz denmesine güleriz. Ne olabileceğimizi ve ne olamayacağımızı biliriz. Bize Rabbin verdiğine şükreder, vermediğine melekler gibi haddimizi bilir “Bizim senin bize bildirdiğinden başka bilgimiz yoktur, Sensin Alim Sensin Hakim” deriz. Beni Âdem olmaya çalışırız. Kadınlık bizim sadece ârizi bir parçamız. Biz ism-i Rahim’den bir gölge iken, Büyük Üstadın diliyle “şefkat kahramanları” tesmiye edilmişken, nasıl olur da etrafımıza şefkatten hâli kalırız? Biz bize güveneni, verdiğimiz sözü, gösterilen özeni, edilen iltifatı, kılıç kuşanıp nefsimizle savaşmamız gerekse bile boşa çıkarmayız. Yaralanırız, yaralamayız.
Eşine merhamet etmek sadece Hatice validemize has değildir, biz onun kademinde yürüyebiliriz. Anne veya babasına analık etmek sadece Fatma validemize has değildir, biz de onun izi üzereyiz. İlim sahibi olmak sadece Aişe validemize has değildir, biz de âlim olabiliriz. Biz onların ancak ayağının tozu olacağımızı da bu ümmetin velileri arasında zikredilecek kadınlar olduğunu da biliriz. Dostluk ve sıdk sadece Hz. Ebu Bekir’e has değildir, biz de güneşli bir hafta sonu eşimiz ve çocuğumuzla gezmek varken, sesi mahzun diye, bir arkadaşımızın derdini dinlemeye, onun mağarasında onun sıkışıklığını ve karanlığını paylaşmaya koşabiliriz. Başımız derde girecek olsa bile risk alıp doğruyu söyleyebilir, sapasağlam durup olası herşeyi göğüsleyebiliriz. Biz de ne kadar yoğun ne kadar karışık olurlarsa olsunlar hislerimizle doğrunun arasını bir yün çilesini ayırır gibi ayırabiliriz. Arzularımızı ahirete tehir edebilir, sabredip bekleyebiliriz. Biz kevserin Hz. Fatma’dan bu yana durmadan aktığını hissederiz. O sonu cennete varan suda, bir damla da olsa var olmak isteriz. Evet, teşbih yanımız ağır basar, biz suretleri hayalleri severiz, ancak hangi mihrapta durursak duralım diz çöktüğümüzde hep Allaha dua ederiz. Biz iyi hesap yapar ve kendimize El- Veli’yi veli ediniriz.
Merhamet bazen tutmaktır, bazen bırakmak. Biz uçmak isteyen
bir kuşun kanatlarını kırmaya kıyamayız. Onu zorla toprağa bağlı kılamayız. Biliriz
kuşlar havada mutludur, toprakta uzun süre yaşayamazlar. Ya bir vahşi hayvan
onları yakalar, ya da göklere bakarkenki kederleri…
Bir kaba hesap yaparız. Bunun için ince hesaba gerek yoktur. Bütün dünyevi dertleri bir çuvala koyarız. Onları pazara götürüp satarız, karşılığında bir dirhem hakiki dert alırız. Daha fazlasını takatimiz çekmez. Böylece artık kimsenin karşısında ağlamayız, kimsenin elini tutmaya muhtaç olmayız, kimsenin ilgisini dilenmeyiz. Onun huzurunda ağlarız, Ona yalvarırız, Ona nazlanırız, Ona şikayet ederiz, Ona mızmızlanırız. Biz istediklerimiz ne kadar sebeplere ve imkana ters olsa da Onun kudretini iyi hesaplarız. “Hazinesi sınırsız olan için istediklerimiz nedir ki?” deriz. Ne istemekten ne ümid etmekten vaz geçeriz.
Biz kararsızlıklarımızı, yanlış seçimlerimizin doğurduğu sonuçların acısını iyi biliriz. Korkarız ama korkunun bizi olduğumuz yere mıhlamasına, yaşamamıza engel olmasına da izin veremeyiz. Her bilenin üstündeki Bilen’i fark ederiz. O Hikmet’e itimad ederiz. Ondan medetle bir yol seçer, bir içtihat ederiz. Kuşkusuz biz de mutlu olmak isteriz, ama mutluluğun bizim değil Onun cebinde olduğunu biliriz. O cömerttir Ona itimad ederiz.
Biz kadınlar babalarımızın, ağabeylerimizin,
öğretmenlerimizin sözlerini iyi dinleriz. Adeta tüm varlığımızla bir kulak
kesiliriz. Bize “nehir gibi ak” derler akarız, “kaya gibi metin ol” derler
sağlamlaşırız. Dölleyici kelam karşısında kadın kadar verimli bir toprak
bulunamaz. Şayet gerçekten aczini, muhtaçlığını, hiçliğini, günahlarını,
cehaletini biliyorsa hiç kimse bir kadın kadar edilgen olamaz. Kendini Faalun
lima yürid’in eline bırakamaz. Kulluk bütünüyle edilgen olmaktır. “Attığımda,
ben atmadım Allah attı” diyebilmektir. Kadınlar Kadir’e iyi kulluk eder, zira
ona ihtiyacını en çok zayıf olanlar bilir. Bu yüzden kudret sadece Hz.
Meryem’de değil aczini bilip dergahı ilahiye döndükleri sürece tüm kadınlar üzerinde mütecellidir. Kadınları
güçlü kılan zayıflıklarının ta kendisidir.
Bir kadın öğretmenlerini iyi dinlemişse ‘en büyük hilenin hilesizlik’ olduğunu bilir. Onun yönetmek, idare etmek, fethetmek, sahip olmak gibi dertleri yoktur. Kendini bilen kadın bunlardan çabucak sıyrılabilir. Ancak Onu vekil edininceye kadar hesap yapar, sonra, hesapların hepsini Seri-ül Hisab’a bırakır. Artık alemde hiçbir şeyle uğraşmaya hacet yoktur. Zaten mecali de kalmamıştır. Hem sonra hesap soracak ne vardır? Kimsenin kimseye hakkı geçmemiştir. Fail sadece Allah’tır. Başımıza ne geldiyse Ondandır. Ondan gelen başımıza taç, alnımıza busedir.
Biz nefsimize uygun gelene “İhsan sahibi Allah’a hamd
olsun”, nefsimize uygun gelmeyene “Her hal için Allah’a hamd olsun” demeyi
severiz. Biz her tecelliye “eyvallah” demeye gayret ederiz. Bazen unutur
yüzümüzü asarız, ama çabuk toparlarız. Bazen içimiz cız eder dudaklarımızdan
bir iniltiyle “ah” dökülür, sonra kıyamayız “yazık” deriz, vazgeçeriz. Olayların ardında Onu görüverince yüzümüz yine
güler. Öfkemiz de şikayetimiz de çarçabuk söner. Gönlün ölçüsü de tartısı da
olmaz biliriz. Sonsuz hesaplanamaz, o kadar sıkleti hiçbir kantar çekmez. Geriye
dağ gibi sevgimiz kalır. Onun yanında yaşanan imtihanlar olsa olsa çakıl
taşlarıdır. Biz herkese varsa hakkımızı helal ederiz. Ne alacaklı ne borçlu
çıkmak istemeyiz. Arınıp Kuddüs’a kavuşmayı dileriz.
“Oku kitabını bugün hesabını görmeden kendi kendine
yetersin” denilecek günde ince hesaplarda boğulmaktan korkarız. Ya hesabı
tutturamazsak o zaman ne olur halimiz? Tuttursak bile hesap yaparken Onu
görmekte gecikiriz. Bir tek buna sabrımız yoktur, Onu mümkün olduğu kadar çabuk
görmek isteriz. Onu görmek tek derdimiz.
Biz bir şeyi ancak Onu gördüysek severiz. Onu görelim de gayrı her şeye
sabrederiz. Bir kere bize bir yerden göründü mü? Sevincimizden tüm mülkümüzü
tablacıya bahşiş diye bağışlayıveririz.
Biz Allah’ı her şeyden çok severiz.
Biz kadınlar iyi hesap yaparız. Hesapsız cennete girmek için
hesabı kitabı çöpe atarız. Onu burda bir görür bir kaybederiz, ancak cennete
girersek daimi seyran edebilir daimi hayran gezebiliriz.
Bizdeki bu aşk-u şevk varken tıkladığımız kapıyı açacaktır,
emniyetle bilir, yakin ile iman ederiz.
Keşke diğer! kadınlarda siz kadınlar gibi idrak sahibi olabilseler. Fevkalade bir yazı olmuş, keyifle okudum. Allah razı olsun...
YanıtlaSil