17 Ocak 2013 Perşembe



HAYATIN  DÜĞÜMLERİ

Düğümlere üfleyen kadın benim şimdi
Bak içim düğüm düğüm
üflemekle çözülürler belki
her şey nefesten var olur dedin ya hani



“En zor sorular, basit olanlarıdır” derler. Zira hakikat onların ardında gizlidir. Soruların peçesini kaldırabilirseniz, yahut Mucib (Sorulara cevap veren) perdeyi aralama izni verirse, hakikatin sade ama büyüleyici gözlerine, su gibi duru ve okyanuslar gibi derin bakışlarına muhatap olabilirsiniz."Ben kimim?" "Neyi istiyorum" "Sen kimsin?"  İşte böyle dilde hafif gönülde ağır sorular...

Onlar hakikatin kapısını çalacaklar, açılacak mı? Bilmiyorum, ben de bekliyorum.

Bilmiyorum, sadece sanıyorum. Dahası inanıyorum.  Hakikat basittir. Bir şey ne kadar basitse o denli hakikate yakın, ne denli bileşik yani eskilerin deyişi ile mürekkepse o denli hakikatten uzak. Cümlelerimiz de öyle. Benim henüz öyle yalın, sade, basit cümlelerim yok. Umuyorum bir gün olacak.  El an kafamda, kalbimde yığınla düğüm var, bazıları kör…

Dizlerimde küçük bir kız çocuğu gibi her odaya beraber taşıdığım kırmızı battaniyem, kucağımda bilgisayarım, aralık pencereden yağan karı izliyorum. Karda yürüyüş yapanların hışırtıları evde uyuyanların mırıltıları, bilgisayarın tuşlarının tıkırtıları, komşulardan gelen televizyon gürültüleri, tüm sesler içinde, yine hakikatim gibi yalnız bir gecede kendimi arıyorum. Kendimi kar taneleri gibi, gökteki sıcak evimden buralara düşmüş, üşümüş ve yabancı hissediyorum. Bu şehirde doğdum, burada büyüdüm, ama her zaman, ve en çok da kar yağarken buraya ait olmadığımı hissettim. Sanki hep karlı günlerde veda ettim sevdiklerime ve bir kar tanesi gibi düştüm Sevgilinin elinden buraya, gurbete. Ben aslında hiç veda etmek istemedim. Hep tam da "seviyorum" derken kayıp gittim. Ona söz verişim de böyleydi "Seni seviyorum" dedim ve bir baktım uzaklara gönderilmişim. Neden? Ne işim var burda benim? Ne bekliyorsun benden? Nereliyim ben, evim nerde benim!

Ara ırkların, bölünmüş coğrafyaların, parçalanmış ailelerin çocukları hep benim gibi mi hissederler? Mevcudiyetim Balkanlar’dan, Bereketli Hilal’den, Kafkaslar’dan, ve dahi Afrika’dan alınan renk renk toprakla karılmış. Ruhen hiçbir yerli değilim. Ceseden her yerliyim. Dedem hep “nerelisin?” denildiğinde “Osmanlı’yım” derdi. İnsanlar onun eski güzel günlere vefasından böyle söylediğini sanırdı. Oysa o gerçekten de Osmanlı’nın tüm müslüman unsurlarını bedeninde ve kültüründe taşırdı. Bu yüzden seçip hangisini söyleyiversin, “Osmanlı’yım” derdi. Seçmek ve ‘şuna aidim’ demek zordur. Bazen de siz bir yeri seçersiniz de o yer sizi seçmeyiverir. Mülteci gibi beklersiniz kapıda.

 Ben ne diyeceğim şimdi? Osmanlı ve dahi soluğunun eriştiği tüm mekan, üzerime tüm kavimleriyle yıkılmış gibi, ve tüm parçaları dağılırken ben de bölünmüş gibiyim. Damarlarımda Arnavut kanı, yüzümde Arap damgası, bedenimde Habeş toprağı, celalimde Kafkas dağları varken kendimi nerede bulacağım ben? Kendim neredeyim? Birini seçsem oraya ait hissedebilecek miyim? Ya da benim gibi olmayanlar, bir yerde doğup ataları da oralı olanlar bu soruya cevap verebilirler mi? Nereliyiz?

Mekansızlık hem bir imkansızlığı hem de bir imkanı beraberinde getiriyor. Sizi yetim de kılabilir, ruhun derece-i hayatına da geçirebilir. Beceri imkanı mümkün kılmada. Ey İnayet, meded!

Karşımda basit ve zor bir zoru, ardında bir hakikat gizli, bulabilsem keşke…

Nereliyim sorusunu cevaplayamadan bir başka soru daha üşüten bir kar tanesi gibi usulca düşüyor zihnime. Kime aidim? Kendime mi? Birine mi? Bir babanın dizi dibinde büyümüşler için kolayca cevaplanabilir belki bu soru. Benim böyle bir lüksüm yok. Belki imkansızlığım imkanın ta kendisi. İnsan aidiyet hissi ile bir babaya yönelmeye alışmazsa, sonradan aidiyet hissi ile bir kocaya alışması da zor oluyor. Kimi zaman ataçla tutturulmuş gibi kurulu bağlarım, kimi zaman kalbim insanlarla düğüm düğüm. Salınıyorum basit sarkaç gibi biteviye. İnsanlara inanıyorum  kandırılıyorum,insanlara küsüyorum yanılıyorum. Sadece kendimle değil, öteki insanlarla da başa çıkamıyorum.

Yoksa tüm cevaplar bu köksüzlüğün ardında mı gizli? Tutunamamalı mı insan yoksa, bağlanamamalı, elde edememeli, eksik kalmalı. ‘Bu dünyanın kuralı bu’ diyor Aziz Sevgili. ‘Bir şeyi istersen bir şeyi verirsin. Buna denge denir.’  Bu dünyada her şeyi birden elde edemezsin. Bir yurt bir yuva edinemezsin. Alışamıyor musun? Uyum sağlayamıyor musun? Alıştıkların da sana mı alışamıyorlar. Ne güzel!

Yapma! Anlamıyorum. Eziyet bu! 

 Bir ben miyim böyle uyumsuz? Bir ben mi tutunamıyorum hayata? Bir tek ben mi düğüm düğüm yaşıyorum hayatı. Bu varoluş karmaşası bir tek benim mi canımı yakıyor böyle? İnsanlar, nasıl alışıyorlar bu dünyaya? Nasıl kalplerinin meyilleri ile vicdanlarının tazibleri arasında kalmıyorlar. Oysa ben tam da bir ateş hattının ortasında kaldım. Hangi taraf kurşun atsa vurulan hep ben oluyorum.

Ancak dünyaya uyum sağlayamayanlar dünyanın ötesine varabilirler.Böyle avutuyorum kendimi. ‘Öte’, ne güzel bir söz! Mekanda kendine yer açmak için birine ‘öteye git’ dersin ya. Dünyada yer açmak için öteye gitmek. Ya öte diye bir yer olmasaydı, o vakit nereye gidecektik? Gitmek bile anlamını öteden alır. İyi ki öte vardır ve sonsuzdur. İnsanın ötesi bitimsizdir. İnsanın ötesi Allah’tır da ondan. Böyle olunca mekanda öte, Ona vusul, insanda öteki de O oluyor. Ya ben, ben de birine öteki değil miyim? Yoksa ben de mi O’yum? Öyle ya belki ben de birine Ondan bir dil, bir esin oluyorum. Al sana bir düğüm daha!

 KABUL ETMEK, BENDEN VE DAHİ ÖTEKİNDEN VAZGEÇMEK NE ZOR!

İnsan eksikliğinden, kusurundan, zaaflarından, arzularından utanmamalı. Beceremedim, unuttum ya da unutamadım, düştüm, kirlendim. Çamura bulandım, çamur benim aslım. İnsanın eksikliği nasıl bu dünyanın eksikliğine muvafık geliyorsa, aynen öyle de insanın nefsen doyumsuzluğu, arzularının bitimsizliği, ruhen genişliği ve inceliği de semaya uyuyor. Melekut alemine, göklere, cennete. İnsan ancak dilemek yönünden kemal bulabilir. Kemal duaya bitişik. Duanın elleri cennete uzanır. Cennet yaprak yaprak dökülür dua edenin ellerine. Dua, cenneti dünyaya davet etmektir. Cennet davete mutlaka icabet eder.  Eteklerine cennet yapraklarını toplar insan, ve  kusurları cennet yapraklarıyla örtülür. İnsan dünyanın aynıdır. Kusurlu, eksik, çıplak. Dünyalı çıplaktır, cennet onu giydirir. Cenneti olmayanın giysisi de yoktur. O utanmalıdır ancak kusurlarından, tüm kusurları ortadadır.

Dünya ana, cennet baba denir, toprağı dünyadan suyu cennetten karılı insan. Hoş!
Hayal ederken her hayal hoş, ayılırken her rüya sert bir kahve tadında.

Habeşli büyük büyük annemin ellerini tutar gibi tutuyorum meşhur Etiopya kahvesini. Kahve, sanıldığı gibi Yemen’den değil Habeş’ten gelir bu topraklara. Yemen’e de Habeş’ten getirilmiş. Düşünüyorum. Hayatta yapmaktan en çok haz aldığım şey bu, düşünmek. En güzeli de kahve içerek. Kahve toprağa benzer en çok. Kara kıtanın kara toprağı, kara insanları, kara bahtı gibi. İçine toprak çekmek gibidir kahveden alınan her yudum.  Kahve rengi , hep hor ve hakir görülen renk. İnsanın karalığını ve münbitliğini nasıl da cem eder toprak. Görünüşte soğuktur, ama size öyle şeyler verir ki anlarsınız kalbi sıcacıktır. Kahve rengi toprağın rengi. Bu yüzden kahverengini seviyorum.

Uyumak istiyorum rüyama geri dönmek. Öyle güzeldi ki hiç uyanmasam iyiydi. Uyumak depresyondur diyorlar. Uykuyu seviyorum. Uyumak yaşamamaktır diyorlar, ben uykuda da yaşıyorum.Uyumak ölmektir diyorlar, öyleyse ben, ölmeyi seviyorum.

Babam da öldükten sonra hiç uzun yaşayacağımı düşünmedim. Şimdi halamın öldüğü yaştayım. Kovaladığım bir şey yok, saydığım saatler de. Arap olmaktan mı, serseri olmaktan mı bilinmez, hiç ötelemedim ölümü. Serseri bir yere bağlanmayandır. Dedem babama hep böyle dermiş .Yine,  “ehlen ve sehlen” derler ya bizimkiler, bir de sarılırlar üç kere. Ben de öyle sarılacağım ölüme. Babama sarılır gibi hem de. Kim bilir belki babam da gelir ölümle. Hayal değil, kuruntu değil, rüyalarımda sarıldım tam üç kere. Babama değil ölüme. Babama, kim bilir kaç kere…

 Yazı yazar gibi yaşıyorum hayatı. Kalemi tutan elimin üstündeki eli hissediyorum. Yazı yazmaya yeni alışan bir çocuğun öğretmeni gibi sımsıkı kavramış elimi Rabbimin eli. Her kelimede ölçüye edebe dikkat etmeye çalışıyorum. Anlamsız söz söylemek istemiyorum. Kelimelerim muhatabın kalbine girmeli, ve orada bir çekirdek gibi filizlenmeli. Ben o ağaçları görmeye gidiyorum şimdi. Şimdi ya! Az sonra, yarın, şimdi. Ne fark eder ki, kelime hepsi.  Hayat zaten kocaman bir şimdi. İnsanlara söyleyecek sözüm yoksa gideceğim elbet. Ben konuşmadan duramam ki, konuşamazsam ve benimle konuşulmazsa orada var olamam ki.  Susmak, nazarımda ölmek demek. Konuşmak sevmek demek, tıpkı bülbül gibi sevdikçe konuşurum ben. Sevmek,nazarımda hayat demek. Duymamışlar, ne önemi var! İnsanlarla konuşmaya devam edeceğim. Allah duyacak kulaklar yaratır elbet. Kaç kurşun yemiş, kaç yara almış sadrım, mühim mi! Ben Efendim(SAV) gibi kördüğüm sevdaları taşıyacağım bağrımda. O sevdalarımı pahasından fazla değere satın alır elbet.

Hatırımda Üstadımı gördüğüm rüya sadrıma şifa gibi. O ışıl ışıl parlıyor. Bana Arapça hitap ediyor, ışık ondan göğsüme vuruyor, sadrım ışıyor, göğsüm ısınıyor. Sair yerlerim sönük, ancak göğsüm nurunu inikas ettiriyor. “Kalbine sevgileri ben koydum” diyor. Diz çöküyorum. Kusurum kadar çok sevgim var. Rahmet ve af istiyorum ondan. “İnneke Afuvvun Kerimun tuhibbul affe fa’fu anni” diyorum. Gülümsüyor. Beni seviyor. Günahlarımla kucaklıyor beni, ışığıyla yıkıyor. Onun yanında günah akan suyun temizledikleri gibi siliniyor. Bu sevgiler bu dünyaya sığışmıyor Ya Üstad! Onları eline veriyorum Rahmetin bana en yakın gözesi. Al ve benim için sakla. Onları madem sen koydun kalbime, hıfzında  da yed-i emin sensin öyleyse.

 Bak! Bir mektup gibi, bir risale gibi tüm hayatım, tek varaklık. Şimdi bilmem ki sayfanın neresindeyim? Ummadık zamanda ummadık yerlere kıvrıla kıvrıla akıyorum nehir gibi. Kah yer altında kah yerin üstünde. Kimi zaman yamaçların tepelerinden bırakıyorum boşluğa gürültüyle varlığımı. Güneş vuruyor, gökkuşağı çıkarıyor düşüşlerimde.  Allah su damlacıkları gibi yaratıyor sözcüklerimi. Nehir bir yerde biter, deniz başlar. Denizdir Sevgili. Ona gitmek için coşkun ve taşkın akıyorum şimdi. Sevgiliye söylenecek tüm kelimeler, özenle aşkla ve titrek ellerle yazılacak. Gözyaşlarıyla ıslanacak mektubum.

Aşk göğsümü genişletecek, çatlatmayacak, belki sadece acıtacak.Neyse ki acıya dayanıklıyım.Olur ya hep aradığım ve her şeyden çok istediğim hikmeti aşkta bulacağım. Umulur ki sadece yara açtığı sanılan aşkla tedavi edeceğim tüm yaralarımı. Yaksa da merhem olacak sağımda, solumda, önümde, ardımda ve dahi üst ve altımda oluşan fena yaralara. Cihet-i sittem nar-ı aşkla yanacak, mecâzi hakikiye, nar nura tebdil olacak.
Anlıyorum aşk bildirecek bana kimliğimi, hikmet-i mevcudiyetimi, Maşuk-u aslîmi. Her yazının sonu, her günün sonu, her yolun sonu Ona çıkacak, aşka. Aşkla sarılacağım hayata, ölüme ve dahi tüm varlığa.
Dudak bükenlere şefkatle gülümseyerek. Aşk şefkati de doğurur elbet.

Şahitsin! Halden hale yuvarlandığım bu uzak ve soğuk diyarda, izzetimde de zilletimde de, seni hiç unutmadım.

  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder