21 Ocak 2013 Pazartesi


Dostlarım için şükürler olsun!

‘İnsan medeniyyun bittabdır’ derler eskiler. Yani, sosyal bir varlık. İnsan toplum içinde yaşamalı, fıtratı da kemali de bunu icab ettirir. Hak, halk içinde aranmalı. Yani halk içinde olmanın gayesi Hakkı bulmak. Öyleyse halkın batınında gizli olan Hakk’a bakılacak. Bunun tek şartı halkın, yaradılmışın içine iyice bakmak. İnsan ıskalanmamalı, zira en büyük tecelligah insanın ta kendisi. Bu yüzden insan, sadece insanlar arasında yaşamakla kalmamalı, dostlar da edinmeli. Dost edinmek insanın içine bakmanın kestirme bir yolu.
Dost edinmek dilde kolay, hakikatte zor bir şey. Halil, Hz. İbrahim’in sıfatı, Allah’a dost. İnsana dost olmadan Allah’a dost olunabilir mi? Hiç sanmam, Hz. İbrahim önce insanlara dost. Halil, dost ve yakın demek. Yakınlık çok dikkatle incelenmesi gereken bir durum. Yakınlıkta fiziksel olana değil ruhsal olana işaret var. Kurbiyyet ruhların teması, iç içe geçmişliği, birbirine benzeyişi. Ruhumuzun kainattaki meleklere, ruhlara, bilhassa insan ruhuna temas etmesi.  Dostluk kurbiyyet biçimlerinden biri. Diğeri ise bir derece üstü, mahbubiyyet, Habib olmak, yani sevgili. Efendimizin(sav) kurbiyyeti, insana, Allah’a.

 İbn-i Arabi Füsüs-ul Hikem’inde der ki “İlahi şeriatlar Hakka dair söyledikleri şeyleri sıradan insanlar için sözden anlaşılan ilk anlamda söylemişlerdir. Seçkinler söz konusu olduğunda ise hangi dil olursa olsun, dildeki kullanıma göre sözü bütün yorumlarına söylemiştir.”

Söz söyleyen Allah, onu indirdiği dildeki her anlama ilişkin bir katmana ayırarak, tabaka tabaka, hal hal, insan insan, zaman zaman değişkenlik arz eden manaları içeren bir mucizevi söz olarak söylüyor. Halil de bu sözlerden biri. Allah Hz. İbrahim’e bu isimle hitap ediyor.

Halil sözcüğü köken itibariyle “hulul” ile aynı. Bu yüzden İbn-i Arabi onu ‘bir şeye nüfuz etmek ve yayılmak’ olarak anlamış. Bu da ‘iki kişinin birbirinin nitelikleriyle nitelenmesi, birbirine nüfuz etmesi’ anlamı taşıyor. Buradan anlıyoruz ki “Allah’ın Hz. İbrahim’i Halil diye isimlendirme sebebi, ilahi Zat’ın nitelendiği bütün sıfatlara Hz. Halil İbrahim’in zatının nüfuz etmesi ve onları kendinde barındırmasıdır.”  (Füsüs-ul Hikem)

Ne hoş!

İnsanların dost olduklarını anlamanın yolu birbirlerinin niteliklerine ne derece nüfuz ettiklerine bakmak. Birbirlerini ne derece tanıyor, ve ne kadar seviyorlar müşahede etmek. Bir insanda bir niteliğe nüfuz edince ve tanıyıp sevince, o niteliğin kendinizde de olmasını arzu edersiniz. Bu da sizin gün geçtikçe adım adım ona benzemenize yol açar. Ne kadar nüfuz ederseniz o kadar benzersiniz, ne kadar uzun zaman geçirirseniz o kadar hemhal olursunuz. O zaman size dost denir.

Biri sizde bir başkasını ne kadar görüyor, sözünüzde, düşünüş biçiminizde, halinizde, meşrebinizde birini ne kadar hatırlıyorsa siz ona o kadar dostsunuz demektir. O dost bunu bazen bilir bazen bilmeyebilir. Bu kimi zaman yaşayan, kimi zaman ölmüş bir dost için yaşanabilir. Dostunuza benzediğiniz sürece, o uzakta da olsa sizinle yaşar, yakınınızda sayılır.

Şükürler olsun ki benim dostlarım var.

Gözlerimi üzerlerine diktiğimde ruhlarını gördüğüm, her mimiklerinden hallerinden haberdar olduğum, rüyalarıma giren, ve hallerini, yaralarını, devalarını gördüğüm insanlar. Acılarını derinlerde hissettiğim, dualarımda hiç eksik etmediğim, cenneti onlarsız düşünemediğim, cennete gittiklerinden emin de olsam, dünyada onlarsız çok ıssız kalacağım dostlarım var.

Uzun yıllar birlikte olduğum, dünyama davet ettiğim, kendimi açtığım ve bana nüfuz etmelerine izin verdiğim insanlar. Bunu hiçbir zaman aleyhime kullanmadılar. Kusurlarımı şefkatle sarmaladılar ve düzeltmeye çalıştılar. İyi vasıflarımda beni yüreklendirdiler. Uçmaktan korktuğumda kanatlarımı, nefessiz kalırım sandığımda yüzgeçlerimi gösterdiler.

Derler ki “Dostlarını tanımak için hata yapmalısın”. Öyle ya hala ordalarsa sana hatanda bile şefkat edebiliyorlarsa, nasihat ediyor ama terk etmiyorlarsa onlar dosttur.

Hatta bazen nefesim kesildiğinde,yaşamın ışığı umutla birlikte söndüğünde, bana nefes ve nur  verdiler. Aradım, sebep göstermeden ağladım teselli verdiler, arabayla yolda kalakaldım tereddütsüz çarçabuk gelip yardım ettiler, hırçınlıkla “derse gelmiyorum kimseyi de istemiyorum” dedim, kapıma gelip hiç çalmaksızın Evrad-ı Nuriye bıraktılar. Babam öldü benimle sahiden ağladılar. Anneme tasa ettim, gelip “Bir bakalım teyzemize” diyerek  annemi ziyaret ettiler. Üzerimde kötü bir şey dolaşıyor dedim, üstüme cevşenler okuyup giydirdiler, dualardan kalkanlar yaptılar. Günahımda da sevabımda da hep yanımdaydılar. Onlar benim ciğerimi bilirler. Zaaflarımı kabiliyetlerimi benden daha hızlı fark ederler. Beni çoğu zaan benim kendimi göremediğim yerden görürler. Aferin derler, ama iltifatlara boğup nefsimi şımartmazlar, eleştirirler, ama kınayıp uzaklaştırmazlar. Ne kadar uzaklaşsam geri döndüğümde bana sarılacaklarını bilirim.

Birine bu kadar yakın olduğunuzda çok kerametvari haller de yaşarsınız. Bir şeye üzülürsünüz arkadaşınız uzaktan hisseder, size telefon eder. Bir kötü hal yaşarsınız, sizi rüyasında görür ve çareniz meleklerce ona söylenir. O gelir size bunu iletir. O zaman dostunuz bir melek gibidir. Melekut elçisidir. Hatta o daha iyisidir. Çünkü hiçbir meleki ruh size bir insan ruhu gibi enis olamaz, el veremez.  O dosttur. Ona mukabele edebilmek için bir hayat azdır. Ne bu yazının içerdiği ne de en iyi ediplerin söylediği kelimeler dosta lâyıkıyla teşekküre kâfidir. Ona ancak sizin nâmınıza, âyetlerini biteviye taşıdığı, isimlerini bitimsiz gösterdiği Allah teşekkür edebilir.

Dört sütun nasıl Süleymaniye’yi ayakta tutar, dört duvar kabeyi taşır, alemde dört direk veli(evtad) vardır, dostlarım da benim hayatımın dört temel unsuru. Kimi ateş, kimi hava,kimi  toprak,kimi  su. Hiç birini eksik düşünemem. Onlar kendilerini bilirler. Muhabbetimi de…

Habib ile halilin farkını nefs-ül emirde bilmesem de, nazarımda dört halil bir habibe müsavidir. Halil ile habib arasındaki farklardan biri de halilin sadece ruhen, habibin hem ruhen hem bedenen yakın olmasıdır. Hz. İbrahim’in Allah’a ruhen yakınlığı, Efendimizin ise ruh maal cesed miracı buna işarettir.

Allah bana en çok dostların diliyle konuşur, en sıcak rahmet tebessümleri onların dudaklarından gelir, koruluğa yaklaşan koyun gibi yolumu şaşırınca onlar bana mutlaka bir taş atarlar, duaları üzerimdedir. Adları dilimdedir, zatları nefsimdedir, hatıraları kalbimdedir. Onlara benzeyebilmek onurdur.

Allah onlardan tecelli eder bana. Rahmet, inayet, adalet, hikmet parlar yüzlerinde. Hiç perdesiz bilirim, onların ardında Refk-ül Âlâ vardır. Onlardan konuşan O’dur. Gözlerini üzerimden ayırmayan O’dur, gülümseyen O’dur, azarlayan O’dur. Her ‘Meded Ya Hu!’ dediğimde birinin suretinde yardıma koşan O’dur.
Şükürler olsun!

Mona İSLAM 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder