Dostlarım için şükürler olsun!
‘İnsan medeniyyun bittabdır’ derler eskiler. Yani, sosyal
bir varlık. İnsan toplum içinde yaşamalı, fıtratı da kemali de bunu icab
ettirir. Hak, halk içinde aranmalı. Yani halk içinde olmanın gayesi Hakkı
bulmak. Öyleyse halkın batınında gizli olan Hakk’a bakılacak. Bunun tek şartı
halkın, yaradılmışın içine iyice bakmak. İnsan ıskalanmamalı, zira en büyük
tecelligah insanın ta kendisi. Bu yüzden insan, sadece insanlar arasında
yaşamakla kalmamalı, dostlar da edinmeli. Dost edinmek insanın içine bakmanın kestirme
bir yolu.
Dost edinmek dilde kolay, hakikatte zor bir şey. Halil, Hz.
İbrahim’in sıfatı, Allah’a dost. İnsana dost olmadan Allah’a dost olunabilir
mi? Hiç sanmam, Hz. İbrahim önce insanlara dost. Halil, dost ve yakın demek. Yakınlık
çok dikkatle incelenmesi gereken bir durum. Yakınlıkta fiziksel olana değil
ruhsal olana işaret var. Kurbiyyet ruhların teması, iç içe geçmişliği,
birbirine benzeyişi. Ruhumuzun kainattaki meleklere, ruhlara, bilhassa insan
ruhuna temas etmesi. Dostluk kurbiyyet
biçimlerinden biri. Diğeri ise bir derece üstü, mahbubiyyet, Habib olmak, yani
sevgili. Efendimizin(sav) kurbiyyeti, insana, Allah’a.
İbn-i Arabi Füsüs-ul
Hikem’inde der ki “İlahi şeriatlar Hakka dair söyledikleri şeyleri sıradan
insanlar için sözden anlaşılan ilk anlamda söylemişlerdir. Seçkinler söz konusu
olduğunda ise hangi dil olursa olsun, dildeki kullanıma göre sözü bütün
yorumlarına söylemiştir.”
Söz söyleyen Allah, onu indirdiği dildeki her anlama ilişkin
bir katmana ayırarak, tabaka tabaka, hal hal, insan insan, zaman zaman
değişkenlik arz eden manaları içeren bir mucizevi söz olarak söylüyor. Halil de
bu sözlerden biri. Allah Hz. İbrahim’e bu isimle hitap ediyor.
Halil sözcüğü köken itibariyle “hulul” ile aynı. Bu yüzden
İbn-i Arabi onu ‘bir şeye nüfuz etmek ve yayılmak’ olarak anlamış. Bu da ‘iki
kişinin birbirinin nitelikleriyle nitelenmesi, birbirine nüfuz etmesi’ anlamı
taşıyor. Buradan anlıyoruz ki “Allah’ın Hz. İbrahim’i Halil diye isimlendirme
sebebi, ilahi Zat’ın nitelendiği bütün sıfatlara Hz. Halil İbrahim’in zatının
nüfuz etmesi ve onları kendinde barındırmasıdır.” (Füsüs-ul Hikem)
Ne hoş!
İnsanların dost olduklarını anlamanın yolu birbirlerinin
niteliklerine ne derece nüfuz ettiklerine bakmak. Birbirlerini ne derece tanıyor,
ve ne kadar seviyorlar müşahede etmek. Bir insanda bir niteliğe nüfuz edince ve
tanıyıp sevince, o niteliğin kendinizde de olmasını arzu edersiniz. Bu da sizin
gün geçtikçe adım adım ona benzemenize yol açar. Ne kadar nüfuz ederseniz o
kadar benzersiniz, ne kadar uzun zaman geçirirseniz o kadar hemhal olursunuz. O
zaman size dost denir.
Biri sizde bir başkasını ne kadar görüyor, sözünüzde,
düşünüş biçiminizde, halinizde, meşrebinizde birini ne kadar hatırlıyorsa siz
ona o kadar dostsunuz demektir. O dost bunu bazen bilir bazen bilmeyebilir. Bu
kimi zaman yaşayan, kimi zaman ölmüş bir dost için yaşanabilir. Dostunuza
benzediğiniz sürece, o uzakta da olsa sizinle yaşar, yakınınızda sayılır.
Şükürler olsun ki benim dostlarım var.
Gözlerimi üzerlerine diktiğimde ruhlarını gördüğüm, her
mimiklerinden hallerinden haberdar olduğum, rüyalarıma giren, ve hallerini,
yaralarını, devalarını gördüğüm insanlar. Acılarını derinlerde hissettiğim,
dualarımda hiç eksik etmediğim, cenneti onlarsız düşünemediğim, cennete
gittiklerinden emin de olsam, dünyada onlarsız çok ıssız kalacağım dostlarım
var.
Uzun yıllar birlikte olduğum, dünyama davet ettiğim, kendimi
açtığım ve bana nüfuz etmelerine izin verdiğim insanlar. Bunu hiçbir zaman
aleyhime kullanmadılar. Kusurlarımı şefkatle sarmaladılar ve düzeltmeye
çalıştılar. İyi vasıflarımda beni yüreklendirdiler. Uçmaktan korktuğumda
kanatlarımı, nefessiz kalırım sandığımda yüzgeçlerimi gösterdiler.
Derler ki “Dostlarını tanımak için hata yapmalısın”. Öyle ya
hala ordalarsa sana hatanda bile şefkat edebiliyorlarsa, nasihat ediyor ama
terk etmiyorlarsa onlar dosttur.
Hatta bazen nefesim kesildiğinde,yaşamın ışığı umutla
birlikte söndüğünde, bana nefes ve nur
verdiler. Aradım, sebep göstermeden ağladım teselli verdiler, arabayla
yolda kalakaldım tereddütsüz çarçabuk gelip yardım ettiler, hırçınlıkla “derse
gelmiyorum kimseyi de istemiyorum” dedim, kapıma gelip hiç çalmaksızın Evrad-ı
Nuriye bıraktılar. Babam öldü benimle sahiden ağladılar. Anneme tasa ettim,
gelip “Bir bakalım teyzemize” diyerek
annemi ziyaret ettiler. Üzerimde kötü bir şey dolaşıyor dedim, üstüme
cevşenler okuyup giydirdiler, dualardan kalkanlar yaptılar. Günahımda da
sevabımda da hep yanımdaydılar. Onlar benim ciğerimi bilirler. Zaaflarımı kabiliyetlerimi benden daha hızlı fark ederler. Beni çoğu zaan benim kendimi göremediğim yerden görürler. Aferin derler, ama iltifatlara boğup nefsimi
şımartmazlar, eleştirirler, ama kınayıp uzaklaştırmazlar. Ne kadar uzaklaşsam geri döndüğümde bana sarılacaklarını bilirim.
Birine bu kadar yakın olduğunuzda çok kerametvari haller de
yaşarsınız. Bir şeye üzülürsünüz arkadaşınız uzaktan hisseder, size telefon
eder. Bir kötü hal yaşarsınız, sizi rüyasında görür ve çareniz meleklerce ona
söylenir. O gelir size bunu iletir. O zaman dostunuz bir melek gibidir. Melekut
elçisidir. Hatta o daha iyisidir. Çünkü hiçbir meleki ruh size bir insan ruhu
gibi enis olamaz, el veremez. O dosttur.
Ona mukabele edebilmek için bir hayat azdır. Ne bu yazının içerdiği ne de en
iyi ediplerin söylediği kelimeler dosta lâyıkıyla teşekküre kâfidir. Ona ancak
sizin nâmınıza, âyetlerini biteviye taşıdığı, isimlerini bitimsiz gösterdiği
Allah teşekkür edebilir.
Dört sütun nasıl Süleymaniye’yi ayakta tutar, dört duvar
kabeyi taşır, alemde dört direk veli(evtad) vardır, dostlarım da benim
hayatımın dört temel unsuru. Kimi ateş, kimi hava,kimi toprak,kimi su. Hiç birini eksik düşünemem. Onlar
kendilerini bilirler. Muhabbetimi de…
Habib ile halilin farkını nefs-ül emirde bilmesem de,
nazarımda dört halil bir habibe müsavidir. Halil ile habib arasındaki
farklardan biri de halilin sadece ruhen, habibin hem ruhen hem bedenen yakın
olmasıdır. Hz. İbrahim’in Allah’a ruhen yakınlığı, Efendimizin ise ruh maal
cesed miracı buna işarettir.
Allah bana en çok dostların diliyle konuşur, en sıcak rahmet
tebessümleri onların dudaklarından gelir, koruluğa yaklaşan koyun gibi yolumu
şaşırınca onlar bana mutlaka bir taş atarlar, duaları üzerimdedir. Adları dilimdedir,
zatları nefsimdedir, hatıraları kalbimdedir. Onlara benzeyebilmek onurdur.
Allah onlardan tecelli eder bana. Rahmet, inayet, adalet,
hikmet parlar yüzlerinde. Hiç perdesiz bilirim, onların ardında Refk-ül Âlâ
vardır. Onlardan konuşan O’dur. Gözlerini üzerimden ayırmayan O’dur, gülümseyen
O’dur, azarlayan O’dur. Her ‘Meded Ya Hu!’ dediğimde birinin suretinde yardıma
koşan O’dur.
Şükürler olsun!
Mona İSLAM
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder