KİM İKİNCİ BİR ŞANS İSTEMEZ Kİ…
Hayat bir yün eğirme makinesinde dokunan ip gibidir. Kaderin
çemberi döner, yün ipe dönüşür, ipince bir yol uzar, kullanabileceğiniz hale
gelir. Onu ellerinizde mahir bir yün eğirici gibi tutmazsanız kopuverir. Yine
kopan ipi birleştirmek ve ikinci bir sırayı eğirmek daha da güçtür. Ancak bunu
sebat eden mahir sanatkarlar başarabilir.
Yumurta bir Semih Kaplanoğlu filmi. Harikulade
sinematografik çekimlerle bizi Tire’ye davet ediyor Semih bey. Tirenin dokuma
tezgahlarından hayata dair aforizmalar üretiyor. Filmde tezgahta eğirilen ip
gibi, yumurta da böyle bir metafora kaynaklık etmiş. Başrol oyuncusu Nejat
İşler’in elinde rüyalarında sık sık gördüğü bir o yana bir bu yana yuvarlanan
yumurta, kahramanın savrulan ve ne yöne gittiği belirsiz hayatından başka ne
olabilir ki? Her seferinde yumurtayı elden düşürerek bir kabustan uyanır Yusuf
bey. Tire’de yetişmiş sevgili anneciğini bırakıp İstanbul’a yerleşmiş bir şair
ve bir sahaftır Yusuf. Tozlu kitap rafları arasında bir şarap şişesi eşliğinde
kaybolan hayatın dizelerini yazmaya çalışır beyhude. Ama artık ne Tire’deki o
hayat dolu ümitvar delikanlıdır o, ne de başucunda mırıl mırıl dua eden annesi
mevcuttur hayatında.
Yusuf’un Tireden gelen bir telefonla apar topar dükkanı kapatıp
yola koyulduğunu görürüz. Bu, ihmal edilen anneye, gençliğin güzel günlerine,
unutulan ahbaplara, yemyeşil bir doğaya ve kendi içine yaptığı esaslı bir
yolculuktur kahramanımızın. Yıllardır duymadığı sabah ezanında varır Tire’ye.
Yıllardır kulaklarından içeri girmemiş Yasin-i Şerif’i dinler anacığının baş
ucunda. Annesinin yüzünü açmaya cesaret edemez. Utanır, zira vefasız bir
evlattır o.
Mezarlık dönüşü eve bir enkaz halinde gelen Yusuf evde tabak
çanak sesleri işitir. Mutfakta biri vardır. Annesinin hayatından öylesine
habersiz ve bigane kalmıştır ki onun son dört yılını yetim bir akraba kızıyla
geçirdiğinin farkında bile değildir. Ayla ona annesinin bir adağı olduğundan
bahseder. Yusuf’un ne ezanla, ne kurbanla, ne annesiyle, ne de Tire ile ilgisi kalmamıştır.
Bunu yapmak istemez önce. “Ben inanmıyorum öyle şeylere” der. Kız “Bu annenizin
son isteği, bunu onun bir borcu sayın” der ve Yusuf’un vicdanına bir yol bulur.
Hayatını heba edenler her zaman ikinci bir şansa sahip
olamazlar. Bu Allah’ın sizde bir güzellik görmesi ile ancak mümkün olur.
Yüreğinizde bir pırıltı kalmışsa, vicdanınız can çekişiyor olsa da hayattaysa,
o vakit size ikinci bir şans verilebilir. Ama bunun farkına varmak için
teyakkuzda bir akla, ağlayabilen bir çift göze ihtiyaç duyarsınız. Çünkü ikinci
bir şans size kaybettiğiniz insanla değil bir başkasıyla da verilebilir. Aklını
şarap şişesinin yanında masaya bahşiş diye bırakanlar, en yakınlarının ardından
dahi ağlayacak tek damla gözyaşı bulamayanlar bu şans tam karşılarına gelse de
onu ıskalarlar.
Yusuf da tam ıskalamak üzeredir elde ettiği bu şansı.
İstanbul’da yaşayan, dostları şiirler ve şarap şişeleri olan bir adam, ortada
kalakalmış bir akraba kızını burnunun dibinde de olsa fark edemez. İnsan olan
için kolaylıkla sorulacak, “Bu kıza ne olacak şimdi? Ne yer ne içer? Okuluna
nasıl devam eder? Nerede yaşar?” gibi sorular Tireli komşuların aklına gelir de
Yusuf’un aklına gelmez. Öyle ya yabancı biridir bu kız ve yapılacak hiç bir şey
yoktur. Ama bazen bir yabancı sizin yardımınıza başka herkesten daha çok
ihtiyaç duyabilir. Yahut bir yabancıya şefkat göstermek sizin tüm yaralarınızı
iyileştirebilir. Farkına bile varmazsınız
yardım eden mi yardım edilen mi olduğunuzun.
İnsan yardım etmeye en çok kendi nefsi için muhtaçtır.
Sevgiye, alakaya, gözetime, teselliye muhtaç biri tam da yanı başınızda
durmaktadır da habersizsinizdir ondan. Onu bulmak için etrafınızdaki insanların
sadece gözlerine bakmanız yeterlidir. Gerçekten size ihtiyacı olan perişan
durumdaki bir insan sadece gözlerinden anlaşılabilir. Onun gözleri “Elimi tut!”
der gibidir. Fakat büyük metropollerde insanlar artık birbirlerinin gözlerine
bakmazlar. Onlar göz teması kurdukları insanların ruhlarından bir şeyler çalıp
götüreceğinden kaygılıdırlar. Bu yüzden uzak dururlar, güneşi arkalarına
alırlar, gözlerini kaçırır, fiyakalı güneş gözlükleri takarlar. Güneşten
gözlerini koruduklarını sanmayın, onlar kalplerini sizin gözlerinizden
korurlar. Oysa hiç kimse bir insandan gönüllüce verdikleri dışında birey alıp
götüremez.
Hayatta ikinci bir şansınız olsun istiyorsanız, insanların
gözlerine bakmaya, ve onlara gönlünüzde minicik de olsa bir yer vermeye dikkat
etmelisiniz. Korkmayın, gönül içine aldığı insan sayısı ile daralıp sıkışmaz,
bilakis sonsuza dek genişler, tıpkı muhabbetle genişleyen kainat gibi. Bir de
bakarsınız elinizdeki yumurtayı kırmamışsınız bu kez, ipliği tamir edip yeni
bir parça koparmışsınız mutluluktan.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder