BİLAD-İŞ ŞAM NOTLARI 4.
Eski bir kentin anlattıkları…
Bugün Busra yolcusuyuz. Busra Ürdün sınırına yakın bir
kasaba, ve eski dönemlerde çok mühim bir kentmiş. Şimdi neredeyse bir ölü
şehir, elbette içinde yaşayanlar da var ama, eski Roma yıkıntılarının arasından
çıkan köylü çocukları insana gerçek değilmiş hissi veriyor.
Busra Efendimizin 9 ila 12 yaşları arasında amcası Ebu Talib
ve kafilesiyle birlikte ticaret maksadıyla Şama giderlerken uğradıkları ve
konakladıkları kentin adı. Burada Efendimizin devesinin dinlendiği yeri bir
mescid yapmışlar ve adına “Mabrak an Naka Mescid”(Mubarek deve mescidi)
demişler. Yine onun yanında bir eski zaman camisi daha görüyoruz, uzun yıllar
ilim talebeleri yetiştirmiş bir medrese burası, meşhur alim İbn- Kesir bu
medresede yetişmiş. Şimdi sadece bir eski eser gibi ziyaret ediliyor namaz
kılınmıyor burada.
Az ileride taşlarla örülü yolda yürüyünce karşınıza Bahira
Manastır’ı çıkıyor. Efendimizi görüp amcasına bu çocuğu Şam’a götürme Yahudiler
görürlerse onu öldürürler diye tembih eden, üzerinde giden bulutu müşahede eden
zat-ı muhterem Bahira. Ona bir Fatiha yolluyoruz, Manastır hala onun
ruhaniyetini barındırıyor adeta. İçi boş terk edilmiş ama hala tüylerinizi
haşyetle ürperten bir havası var mekanın.
Yine biraz ötede bir kilise çan kulesi görüyoruz, ancak
oradan ezan okunuyor, buraya Ömer Camii diyorlar, Hz. Ömer zamanında kiliseden
camiye çevrilmiş halen kullanılıyor. Çan kulesini dönüştürme ihtiyacı
hissetmemişler, yapıyı bozmamışlar, iyi de etmişler. Zaten bu mabed Roma’dan
kalma bir tapınakmış, üzerinde Roma kalıntısı bazı kakmalar ve taş oyma
resimler var, sonradan üzerleri örtülmüş, bilinmez kilise olduğunda mı cami
olduğunda mı kapatılmış bu desenler. Ancak anlaşılan o ki binlerce yıldır
burada ibadet ediliyor.
Busra’yı çok seviyoruz, sanki her taşın her sütunun her
kırık heykelin anlattığı şeyler var bize. Efes’de bulunan antik şehrin bir
benzeri de burada bulunuyor, taşlara oturuyoruz, kaybolmuş sesleri bulup
çıkarmaya çalışıyoruz, bizim gibi kimler geldi geçti bu taşların üzerinden kim
bilir? Az ileride bir Roma Hamamı var, oda oda dizayn edilmiş büyük bir hamam
burası, her şey düşünülmüş oturma yerleri, su akan yerler, mermerler itina ile
düzeltilmiş. Hamamın adı çok komik epey bir gülüyoruz. “HAMAM MANJAK” Biz onu
“hamam manyak” diye okuyoruz. Üzerine epeyce espri yapılıyor, kahkahalarımız
duvarlardan aksediyor.
Son olarak ziyaret yerimiz büyük amfitiyatro, Aspendos mu
yoksa Busra Amfitiyatrosu mu daha güzel karar veremiyoruz. Romalılar tarafından
yapılmış ve halen de kullanılıyor, akustik harikulade, en tepeye tırmanıyoruz,
sahneye çıkıyoruz, fısıltı ile de konuşsanız en yukarıdaki sizi duyabiliyor. Şu
an hoperlorlar döşeniyor, akşama burada bir konser var. İlginç olan şu ki,
Selahattin Eyyubi zamanında bu tiyatro toprakla doldurulup kapatılmış, alt
katlardaki kulis gibi kullanılan odalar ise ahır yapılmış, gerekçesi “günah”
öyle içtihat etmişler, ne diyelim…
Ürdün sınırına yakın olduğumuz için burada hava Şam’a göre
sıcak. Paltolarımızı çıkarma ihtiyacı hissediyoruz, ileride bir küçük kafeterya
var, oradan meşhur felafilli sandviç yiyoruz, hakikaten çok güzel. Bu sırada
bir satıcı eşime bazı sikkeler satmaya çalışıyor, besbelli ki antika bunlar.
Belki de kazdıkları bir yerden çıkardılar, tarihi eser kaçakçılığı
suçlamasından korkarak adamı reddediyoruz, belli mi olur havaalanında belki
bunlarla ülke dışına çıkamayız. Otobüs geliyor, Şam’a dönüş yolundayız yine.
Bu gece Şam’da ilginç bir yere gideceğiz, Şazeli Tekkesine,
haftanın iki günü zikir var. Biz de merak ediyoruz, o havayı paylaşmak güzel
olacak mı? Kadınlar üst kata erkekler aşağıya yerleşiyoruz tekkeye. İlahiler
okunuyor, def çalınıyor, okuyanların sesleri harikulade, bir adam dönüyor. Sema
ediyor demiyorum, dönüyor, zira üzerinde ne sema tennuresine benzer bir şey
var, ne de hareketleri semaya benziyor, kelimenin tam anlamıyla dönüyor adam,
yüzünde bir tebessüm, sanki dans ediyor ve çok eğleniyor. Açıkçası bu durum
benim pek hoşuma gitmiyor. Bir Mevlevi Semaında hissettiğim ruhaniyatı
hissedemiyorum burada. Bir saat kadar kalıyoruz, ancak zikir için iki saat daha
beklememiz gerekiyormuş, öğreniyoruz. Yorgunuz ayrılıyoruz. Beylerden duyduğum
kadarıyla onlar ortamdan çok etkilenmişler, bana “Demek senin tarzın değil”
diyorlar. Yine de böyle bir ortamı teneffüs ettiğimize memnun ayrılıyoruz
oradan.
Gece açık meyve suyu satan yerlerden birine uğruyoruz.
Burada her meyveyi taze taze sıkıp kocaman bardaklarda değişik karışımlar halinde
size sunuyorlar. Bir tabureye oturup içiyorsunuz, üstelik çok ucuz. Bizde bir
minik bardak taze sıkılmış portakal suyuna epey para verirsiniz. Burada
Almanların bira bardaklarına benzer koca bardaklarda her tür normal veya
tropikal meyve gözünüzün önünde sıkılıyor ve size gayet ucuza sunuluyor. Şam’da
en çok bu meyve sularını özleyeceğim galiba. Neticede yorgunluğun üzerine
içilen meyve sularından sonra iyice uyku bastırıyor….
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder