SEVDİĞİNİ SÜRÜNDÜREN ANLAYIŞ; KISKANÇLIK
Kıskançlık, temelde insanın sahip olduğu varlığı, diğer bir
deyişle kendi varlık alanını koruma biçimlerinden biridir. Benlik, kendine
inşa ettiği sınırlar içine girebilecek her türlü yabancıya karşı “Yaklaşma, yakarım!”
tepkisi verir. En halim selim, sevgi dolu insanlar bile, onların benlik
sınırlarını ihlal etmeye kalktığınızda, hatta bunu ima edecek en ufak bir
harekette bulunduğunuzda canavara dönerler. Bu kabil kıskançlık fıtridir.
Yaşamı korumak için verilmiş kuvve-i gadabiyenin bir parçasıdır.
Ancak insan bazen benlik sınırları çizmekte hataya düşer.
Kendisine ait olmayan şeyleri kendisinin tevehhüm eder ve hususi dünyasının
topraklarını genişletir. Onu bir imparatorluk haline getirir. Tebaasının da o
sınırları ihlal etmemesini bekler. Ancak bunlar meşru bir haktan doğan sınırlar
değildir. Bizim iktidarımız altında addettiğimiz varlıklar, genellikle bu
sınırları bir yerlerden delerler. Zira
onlar da kendi sınırlarını inşa etmekle meşguldürler . Birilerini ülkelerine
misafir ederler. Yahut göç edip gitmeye kalkarlar. İşte böyle durumlarda
aslında o topraklara giren sözde işgalcilere
karşı verilen savaş, yahut gitmek isteyeni tutma çabasıyla geliştirilen
kıskançlık duygusu korkunç akıbetlere gebedir.
“Atonement (kefaret)”
filmi , bu konuyu çok muhteşem oyunculuklarla ve yönetmen Joe Write’ın
kanaatimce isabetli bir şekilde altı dalda Oscar’a aday gösterilecek maharette
anlatımıyla önümüze koyuyor. Filmde aşkın kendilerini bir araya getirdiği, ama
bir kıskançlık sonucu atılan bir iftira ile trajik bir akıbete sürüklenen
hayatlar anlatılmakta. Yönetmen bize , kıskanç bir kızın gözlerinde, gerçeğin
nasıl suret değiştireceğini, her şeyin nasıl bambaşka tasvir edilebileceğini,
hatta iftirasına kendisinin bile nasıl tutkuyla inanacağını çok zarif bir dille
anlatmış.
Bu film bana muhabbetle iftiranın nasıl bir araya
gelebileceğini vazıh bir biçimde gösterdi. Oysa daha önce Üstadımın Barla
lahikasında “yirmiikinci mektubun hatimesindeki bahse bir zeyldir” başlığı altında
söylediklerini tam kavrayamamıştım. Şöyle diyordu Üstad: “Ve bilhassa böyle
gıybet ehl-i namus ve ehl-i haysiyet hakkında olsa ve bilhassa ehl-i ilim
hakkında olsa ve akıldan hariç bir tarzda olsa…Mesela: Namuslu bir zat, kendi
gayet yakışıklı, bir cihette mükemmel ve ailesine kemal-i itimadı olduğu halde; hiçbir cihetle ona mukabil
gelemeyen ve onun hizmetkarı hükmünde ve ona nisbeten çirkince bir insan ve
dünyada onların içtimaını hiçbir fıtrat ve vicdan kabul etmediği bir surette o
biçare ailesini o suretle gıybet etmek, bu nevi gıybetin en şe’nidir. Böyle
eşne gıybetin sebebi, olsa olsa insanın dest-i ihtiyarında olmayan bir muhabbet
vasıtasıyla yine kadınların kıskançlığından ve habbeyi kubbe görüp ve kendi
iffetini göstermekle başkasını ittiham etmek nevinden bu nevi şaialar meydan
alıyorlar….”
Bunu okuduğumda çok şaşırmıştım. Birileri hakkında bilip
bilmeden edilen dedikoduları, iftiraya varan zanları, kıskançlık ve gizli bir
muhabbete bağlıyordu Üstad. Bu o kadınların iftira ettikleri kadının eşine bir
“Bizi değil, onu almakla hata ettin” mesajı idi.
Filmde de izlediğim aynen buydu. Kendisinin boğulurken
hayatını kurtaran bir delikanlıya olan aşkı sebebiyle onun hayatını
mahvediyordu genç kız. Çünkü delikanlı ablasına aşıktı. Beraberinde ablasının
hayatını da harcamaya tereddüt etmiyordu. Adeta onların düşüşü kendi kıymetini
tasdik edecek, onlara birbirlerini sevdikleri için ne kadar hatalı olduklarını
ispat edecekti.
Benzer bir şikayeti bir arkadaşımdan da duymuştum. Bir başka
arkadaşını şikayet ediyordu isim vermeden, “ Ona ne olduğunu anlamıyorum, benim
hakkımda öyle şeyler söylüyor ki beni önceden tanıdığına inanamıyorum, neden?”
diye soruyordu bana. O zaman da ona aynı cevabı vermiştim. Farkında olarak veya
olmadan onun “Benim” dediği bir şeye elini mi uzattın? Arkadaşım şaşkınlıkla
bana baktı, “ evet” dedi. Bana olayı anlatmadığı için isabetli cevabım onu
hayrete düşürmüştü. “Sebebi budur. Bırak bir süre geçsin, o da alışır, sen de
alışırsın, kıskanıyordur” demek durumunda kaldım . Bu cevap kızdığı arkadaşına
biraz merhamet etmesini sağladı sanırım…
Bu şekilde bakacak olursak, Hz.Aişe’ye atılan iftirayı da
başka türlü okumak mümkün olabilir. Münafıkları ve Efendimize bizzat eza etmek
isteyenleri bir tarafa bırakırsak, mü’minlerin bu ifk hadisesine karışmasının
da sebeplerinden biri de buydu. Şaiayı yayan kadınların çoğu, belki de
Hz.Aişe’den daha iyi olduklarını, peygamber eşi olmaya daha layık olduklarını,
bu yolla anlatmaya çalışmışlardı. Çok çirkin bir yoldu bu…
Yine Sure-i Yusufta, aşkı dillere destan Züleyha’nın Yusufa
nasıl iftira ettiğini, “Benim olmayacaksa sürünsün” dediğini apaçık görmek
mümkündü. Nasıl bir muhabbetti bu, anlaşılır gibi değildi. Seven insan nasıl
sevdiğini eza içinde görür ve “Oh olsun!” derdi? Bilakis onun kendisi yahut
başkası ile, ne surette olursa olsun mutlu olması, onu mutlu etmeli değil
miydi? Onun değil eziyet çekmesini en ufacık bir bunalmasını dahi yüreğinde
hissederdi aşık birisi .
Onun huzuru kendi huzuru için birinci şarttı zira. Ancak o
zaman huzur içinde başını yastığa koyabilirdi? Ya ben çok saftım(burada aptal
anlamında kullanılmıştır, safiyet anlamında değil), ya da bu muhabbet bahsini
henüz tam kavrayamamıştım.
Artık ne zaman o çok sinirlendiğim, ama mani olamadığım
dedikoduları duysam. “ Ben o zatın ahlakından edebinden başka bir şey görmedim”
demenin yanında bu arkadaşların psikolojilerini de merak eder oldum. Birine
olan engellenemez muhabbetin, hayranlığın neticesi onu hayatını karartacak
dedikodularla yıpratmak olmamalı. Böyle çirkin bir muhabbetten Allah’a sığınmak
lazım. Bu olsa olsa elini kardeşinin kanına bulayan Kabil’in muhabbeti gibi bir
marazi muhabbet olabilir.
İftiralara kıskançlıklara varacak muhabbet, insanı bir ömür
boyu kefaret ödeyeceği bir yola sürükleyebilir. Üstadın uyarısı ile de kişi
aynen ettiği iftiranın bir benzerine maruz kalabilir. Bu türlü süfli bir
muhabbetten Allah’a sığınmak lazım.
Bu meseleden anladığım her şey gibi muhabbetin de iyisi
kötüsü olabiliyormuş. İyisi, yani alası, ruh hesabına , kötüsü, bayağısı nefis
hesabına olan muhabbetmiş. Muhabbet ancak çok sınamalardan geçtikten sonra saf
ve ala olduğunu kanıtlayabilirmiş. Bir de muhabbet ehlinin daima rıza makamında
durması lazımmış. Nasibine rıza…
Dilerim kalplerimizdeki tüm muhabbetlerin saflığını
kanıtlayabilir, ateşlerden geçirip onları pisliklerden arındırabiliriz…
Not: http://www.karakalem.net/?article=3166
14.08.2008 Karakalem.
Not: http://www.karakalem.net/?article=3166
14.08.2008 Karakalem.
Mona İslam
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder