GÜNEŞ GİBİ AŞK DA DOĞUDAN DOĞAR
Doğulu kadın aşk ile müebbeten maluldür. Tıpkı doğulu
erkeklerin savaşla ve kanla maluliyeti gibi. Aşk batıda Romeo’ya atfedilebilir
ancak doğuda aşkın temsilcisi Züleyha’dır. Yani kadındır. Aşk yapısı itibariyle
dişil bir eylemdir zira, maşukun Kaf dağının zirvelerinde parlayan güneş gibi
göz kamaştırması, aşıka diz çöktürmesi, elini kolunu bağlayıp acze düşürmesi,
kadına yakıştırılır bizim oralarda. Aşkın çarptığı kişi bir ömür boyu
mahkumdur, edilgendir, kafes ardındadır, çaresizdir, kurtarılmaya muhtaçtır.
Onu dizlerinin üzerinde bir ömür boyu beklemekten kurtaracak tek bir kişi
vardır.
Güneşin kavurduğu Beyrut sokakları, güller şehri, aşk şehri,
savaş şehri Beyrut. Feyruz’un nağmelerinde ete kemiğe bürünmüş, İsrail toplarıyla
dövülmüş, daracık sokakları ve cumba kafeslerinden bakan kadınları ile kanımıza
giren şehir. Yaşı kaç olursa olsun kadınlarının kadın gibi
olmaktan, aşka zincirlenmekten ar etmediği şehir. Barutun ve tutkunun beraberce
kol gezdiği sokaklarda, bir ölümün ardından yahut bir düğünden geldiği ayırt
edilemeyen zılgıt sesleri. Ölümün aşkı, bombaların insan kardeşliğini
öldüremediği şehir.
Bu şehirde insanlar tatlısı ekşisi acısı ile karışmış, iç
içe geçmiş yaşarlar. Sünni Şii Müslümanlar, Dürziler, Hristiyan Araplar,
Maruniler, Ermeniler. Birbirlerinden ayırd edilemez biçimde iç içe geçmiş
birbirine yapışmış, özleri karışmış karamel gibidirler. Biraz şeker, biraz
limon, biraz acı biber, biraz tarçın her biri birbirine iyice yedirilecek ve bir
daha asla ayrılamayacakları kadar hep beraber
aşkta kaynatılacak, savaşta çeliklenecek. Birbirlerinin düğünlerine
giderler, cenazelerine iştirak ederler, bayramlarını kutlarlar, asla kınamaz
küçük görmez, oldukları gibi kabul ederler .Bir zamanların İstanbul’u için
anlatılan sosyal manzara bugün Beyrut’ta
halen mevcuttur. Doğu dediğimiz şey de kanaatimce bu iç içe geçmişlik bu barış
ve kardeşlik halidir. Batının topları
100 yıldır bu barışı ve kardeşliği dövmektedir. Beyrut belki de
yıkılmaması için dua etmemiz gereken son kaledir. İnsanların pekala birlikte
yaşayabileceklerini, birbirlerini
sevebileceklerini, yoklukla, ölümle başa çıkabileceklerini gösteren son kale…
Caramel filmi bir güzellik salonunda mutad bir şekilde bir
araya gelen beş kadının hayat öykülerini, aşklarını, dramlarını anlatır.
Layal evli bir adama aşıktır. Adı gibi "Geceler' gibi kördür gözü. Sonu olmayan bir tutkunun
peşinden gittiğini fark edemez. Zira orası Beyrut'tur , orada güneş akılları
bulandırıp kalpleri kaynatacak kadar kızgındır. Çünkü Araplar'da sevmek
düşünmekten, kalp akıldan daima önce gelir. Akılsızına kolaylıkla rastlamak
mümkün olduğu halde , kalpsizine rast gelmek zordur bu insanların. Onlar
kalpleriyle yaşayan bir halktır. Batılıların zıddına, doğulular bir şeyden
vazgeçeceklerse akıldan vazgeçerler.
Nesrin modernlikle
İslami gelenek arasında gidip gelmekte olan, neyi niçin yaptığını bilemeyen
tipik bir Arap kızıdır. Dinle ilişkisi, nişanlısını ve kendisini gelin olarak
kabul edecek olan aileyi, hoşnut etme çabasından ibarettir. Savurduğu saçlarını
toplar, tokaların ardına saklar, bluzunun kollarını indirir, bileziklerini
ortadan kaldırır ve aile ile tanışma yemeğine gider. Kendini olmadığı biçimde
mazbut gösterir. Bu mış gibi yapmaların ardında onu büyük sorunlar
beklemektedir.
Rima Arap
geleneğindeki süslü püslü kadın imajına inat, erkek gibi giyinmeye çalışmakta,
bu yolla haklarını elde edeceğini, en azından kendini aşk acısından
koruyacağını ummaktadır. Sonunda taşan dişiliğin cazibesine o da dayanamaz. İki
çocuk annesi bir başka kadın, eşi tarafından daha genç bir kadın için terk
edilmenin acısını, her gün kuaföre gelerek çıkarmaya çalışmaktadır. Bunun gibi
tanıdık ve bizden öyküler anlatılmaktadır Arap dünyasının içinden. Kadınlar için
bir zihin tazeleme bir içe bakış, erkekler için bilinmeyen bir dünyanın keşfi
gibi bu film…
“Bırakınız erkekler birbirleriyle savaşsınlar” dercesine iç
içe geçmiş hayatları, dostlukları, paylaştıkları sırları ile kadınların naif
dünyasını içtenlikli bir dille anlatır yönetmen Nadine Labaki. Doğu
toplumlarında aşk, evlilik, kadın dostlukları, kuşak çatışması, batı etkisi
gibi kavramları bizim dünyamızdan, bizim dilimizle anlatmış. Bir annenin kızına
“Evlilik karpuz gibidir içini açıp bakmadan ne çıkacağını bilemezsin” öğüdüyle
temsil edilen filmde, ne flört ne de gayri meşru hiçbir ilişkinin, bize evlilik
hakkında fikir veremeyeceği, evliliğin bir kısmet ve hatta bir sürpriz paketi
olduğu gerçeği yansıtılır. Batının determinist, lineer zaman algısı ile sebeplerle
sonuçları görebilme çabası evlilik söz konusu olduğunda fiyasko ile sonuçlanır.
Bu biz doğulular için yaşadıkça öğrenilen, öğrenildikçe hayatımıza bilgelik
katan, kontrol edemeyeceğimiz şeylere teslim olmayı ve ancak teslim olarak
huzura ermeyi netice veren bir süreçtir. Bizim evliliklerimiz bu yüzden hala
ayaktadır. Bizde bu yüzden hala sahici aşklar azalmış da olsa mevcuttur. Biz
doğulu kadınlar, risk alırız, güveniriz, sonucu ne olursa olsun teslim olmayı biliriz. Ceremesini de çekeriz o ayrı...
Bombalar patlayabilir, binalar yıkılabilir, insanlar
ölebilir. Ama biz dünyanın merkezinde yaşayan insanlar, binlerce yıllık
tarihten gelen bilgelikle ölülerimizi gömer ve düğünlerimizi yaparız. Güneşin
her gün doğuşu ile yeniden aşkla tutunuruz hayata, birbirimize. Kalbi olan için
daima ümit vardır. Acı ile tatlıyı karıştırmayı bir adet haline getirenlerin
canını acıtmak kolay değildir. Kadınların yıllar geçse de pencerelerde
sevgililerini bekledikleri coğrafyalarda savaşan erkekleri mağlub etmek de
kolay olmasa gerek…
Batı ile doğu arasında sıkışmış , kimlik karmaşasına girmiş
bizim gibi insanlara kim olduklarını,
kendileri olurlarsa nasıl da rahat edeceklerini anlatan, dudaklarınıza bir
tebessüm kondurup giden, bir gün mutlaka Beyrut’a gitmeliyim dedirten bu filmi
izlemelisiniz..
Mona İSLAM
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder