15 Şubat 2013 Cuma


GÜNEŞ GİBİ AŞK DA DOĞUDAN DOĞAR

Doğulu kadın aşk ile müebbeten maluldür. Tıpkı doğulu erkeklerin savaşla ve kanla maluliyeti gibi. Aşk batıda Romeo’ya atfedilebilir ancak doğuda aşkın temsilcisi Züleyha’dır. Yani kadındır. Aşk yapısı itibariyle dişil bir eylemdir zira, maşukun Kaf dağının zirvelerinde parlayan güneş gibi göz kamaştırması, aşıka diz çöktürmesi, elini kolunu bağlayıp acze düşürmesi, kadına yakıştırılır bizim oralarda. Aşkın çarptığı kişi bir ömür boyu mahkumdur, edilgendir, kafes ardındadır, çaresizdir, kurtarılmaya muhtaçtır. Onu dizlerinin üzerinde bir ömür boyu beklemekten kurtaracak tek bir kişi vardır.

Güneşin kavurduğu Beyrut sokakları, güller şehri, aşk şehri, savaş şehri Beyrut. Feyruz’un nağmelerinde ete kemiğe bürünmüş, İsrail toplarıyla dövülmüş, daracık sokakları ve cumba kafeslerinden bakan kadınları ile kanımıza giren şehir. Yaşı kaç olursa olsun kadınlarının kadın gibi olmaktan, aşka zincirlenmekten ar etmediği şehir. Barutun ve tutkunun beraberce kol gezdiği sokaklarda, bir ölümün ardından yahut bir düğünden geldiği ayırt edilemeyen zılgıt sesleri. Ölümün aşkı, bombaların insan kardeşliğini öldüremediği şehir.

Bu şehirde insanlar tatlısı ekşisi acısı ile karışmış, iç içe geçmiş yaşarlar. Sünni Şii Müslümanlar, Dürziler, Hristiyan Araplar, Maruniler, Ermeniler. Birbirlerinden ayırd edilemez biçimde iç içe geçmiş birbirine yapışmış, özleri karışmış karamel gibidirler. Biraz şeker, biraz limon, biraz acı biber, biraz tarçın her biri birbirine iyice yedirilecek ve bir daha asla ayrılamayacakları kadar hep beraber  aşkta kaynatılacak, savaşta çeliklenecek. Birbirlerinin düğünlerine giderler, cenazelerine iştirak ederler, bayramlarını kutlarlar, asla kınamaz küçük görmez, oldukları gibi kabul ederler .Bir zamanların İstanbul’u için anlatılan  sosyal manzara bugün Beyrut’ta halen mevcuttur. Doğu dediğimiz şey de kanaatimce bu iç içe geçmişlik bu barış ve kardeşlik halidir. Batının topları  100 yıldır bu barışı ve kardeşliği dövmektedir. Beyrut belki de yıkılmaması için dua etmemiz gereken son kaledir. İnsanların pekala birlikte yaşayabileceklerini,  birbirlerini sevebileceklerini, yoklukla, ölümle başa çıkabileceklerini gösteren son kale…

Caramel filmi bir güzellik salonunda mutad bir şekilde bir araya gelen beş kadının hayat öykülerini, aşklarını, dramlarını anlatır. Layal  evli bir adama aşıktır. Adı gibi "Geceler' gibi kördür gözü. Sonu olmayan bir tutkunun peşinden gittiğini fark edemez. Zira orası Beyrut'tur , orada güneş akılları bulandırıp kalpleri kaynatacak kadar kızgındır. Çünkü Araplar'da sevmek düşünmekten, kalp akıldan daima önce gelir. Akılsızına kolaylıkla rastlamak mümkün olduğu halde , kalpsizine rast gelmek zordur bu insanların. Onlar kalpleriyle yaşayan bir halktır. Batılıların zıddına, doğulular bir şeyden vazgeçeceklerse akıldan vazgeçerler.

 Nesrin modernlikle İslami gelenek arasında gidip gelmekte olan, neyi niçin yaptığını bilemeyen tipik bir Arap kızıdır. Dinle ilişkisi, nişanlısını ve kendisini gelin olarak kabul edecek olan aileyi, hoşnut etme çabasından ibarettir. Savurduğu saçlarını toplar, tokaların ardına saklar, bluzunun kollarını indirir, bileziklerini ortadan kaldırır ve aile ile tanışma yemeğine gider. Kendini olmadığı biçimde mazbut gösterir. Bu mış gibi yapmaların ardında onu büyük sorunlar beklemektedir.

 Rima Arap geleneğindeki süslü püslü kadın imajına inat, erkek gibi giyinmeye çalışmakta, bu yolla haklarını elde edeceğini, en azından kendini aşk acısından koruyacağını ummaktadır. Sonunda taşan dişiliğin cazibesine o da dayanamaz. İki çocuk annesi bir başka kadın, eşi tarafından daha genç bir kadın için terk edilmenin acısını, her gün kuaföre gelerek çıkarmaya çalışmaktadır. Bunun gibi tanıdık ve bizden öyküler anlatılmaktadır Arap dünyasının içinden. Kadınlar için bir zihin tazeleme bir içe bakış, erkekler için bilinmeyen bir dünyanın keşfi gibi bu film…

“Bırakınız erkekler birbirleriyle savaşsınlar” dercesine iç içe geçmiş hayatları, dostlukları, paylaştıkları sırları ile kadınların naif dünyasını içtenlikli bir dille anlatır yönetmen Nadine Labaki. Doğu toplumlarında aşk, evlilik, kadın dostlukları, kuşak çatışması, batı etkisi gibi kavramları bizim dünyamızdan, bizim dilimizle anlatmış. Bir annenin kızına “Evlilik karpuz gibidir içini açıp bakmadan ne çıkacağını bilemezsin” öğüdüyle temsil edilen filmde, ne flört ne de gayri meşru hiçbir ilişkinin, bize evlilik hakkında fikir veremeyeceği, evliliğin bir kısmet ve hatta bir sürpriz paketi olduğu gerçeği yansıtılır. Batının determinist, lineer zaman algısı ile sebeplerle sonuçları görebilme çabası evlilik söz konusu olduğunda fiyasko ile sonuçlanır. Bu biz doğulular için yaşadıkça öğrenilen, öğrenildikçe hayatımıza bilgelik katan, kontrol edemeyeceğimiz şeylere teslim olmayı ve ancak teslim olarak huzura ermeyi netice veren bir süreçtir. Bizim evliliklerimiz bu yüzden hala ayaktadır. Bizde bu yüzden hala sahici aşklar azalmış da olsa mevcuttur. Biz doğulu kadınlar, risk alırız, güveniriz, sonucu ne olursa olsun teslim olmayı biliriz. Ceremesini de çekeriz o ayrı...

Bombalar patlayabilir, binalar yıkılabilir, insanlar ölebilir. Ama biz dünyanın merkezinde yaşayan insanlar, binlerce yıllık tarihten gelen bilgelikle ölülerimizi gömer ve düğünlerimizi yaparız. Güneşin her gün doğuşu ile yeniden aşkla tutunuruz hayata, birbirimize. Kalbi olan için daima ümit vardır. Acı ile tatlıyı karıştırmayı bir adet haline getirenlerin canını acıtmak kolay değildir. Kadınların yıllar geçse de pencerelerde sevgililerini bekledikleri coğrafyalarda savaşan erkekleri mağlub etmek de kolay olmasa gerek…

Batı ile doğu arasında sıkışmış , kimlik karmaşasına girmiş bizim gibi  insanlara kim olduklarını, kendileri olurlarsa nasıl da rahat edeceklerini anlatan, dudaklarınıza bir tebessüm kondurup giden, bir gün mutlaka Beyrut’a gitmeliyim dedirten bu filmi izlemelisiniz..

Mona İSLAM

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder