HER AYRILIK BİR KURBAN, HER KURBAN BİR İSPAT.
Hayat ayrılıkla iç içe. İngiliz urganı gibi. İngilizler
okyanusa açılan gemilerinde halat olarak kullanırlarmış bu urganı. İçinde
kırmızı bir iplik olan bu ip, bir örüntü ile baştan sona devam eder, kırmızı ipi
diğerlerinden ayırmak ancak halatın tamamını çözmekle olurmuş. Böylece nerede
bir gemi ipi kopsa, nerede bir enkaz olsa, bir batık bulunsa, halatındaki
kırmızı ipten anlaşılırmış kime ait olduğu. Ayrılık da Allah’ın kırmızı ipi
olmalı…
Allah İbrahim’i kelimelerle
sınadı, biri de “ayrılıktı” bu kelimelerin. Önce babasından ayrıldı, içi
sızladı, sonra kavminden ayrıldı, “Fefirru ilallah” dedi. Derken en zorlusu
geldi gurbetin. Göz nuru biricik oğlunu kurban edecekti, ayrılacaktı, mukadder
olan illa ki olacaktı. Bu emri ilahi idi. Gönüllü ya da gönülsüz kurban
edecekti yüreğini insan. İsmail’in temsilinde kurban edilen yürek değil miydi?
Kurban edilen her şey muhabbeti isbat ediyordu. En çok Sen, her şeye rağmen Sen, bir tek Sen, illa ki Sen dedirtiyordu…
Allah Yakub’u da ayrılıkla sınadı. Onun ayrılığı da
dedesininkinden daha kolay değildi. Elleriyle değildi belki oğlunu boğazlaması,
ama diğer oğulları boğazlamışlardı Yusuf’u. İnsanların fiillerinin ne önemi vardı ki, Yakub sebebe bakmazdı, Müsebbib-ül Esbaba baktı. Hüznünden gözleri doldu taştı ama yine de baktı. Gözlerini sildi sildi tekrar baktı. Gözlerini ayırmadı. Fail Allah'tı. Yusuf'ta gördüğü de Allah'tı. Güzel Allah'tı. Umudu Yusuf değildi ki Yakub'un, umut Allah'tı. Ama surete ilişmişti bir kez gözü, hiç görmemiş gibi olamazdı. Merakı kaygısı Yusuf'a aktı. Kim bilir ne olmuştu o göz nuru
güzel evladına? Allah bilirdi. Allah
Yusuf’u Yakub’dan ayırmak diliyordu. Zahiri çirkinlikler perdeydi. Ne manidardı ki güzelin perdesi çirkin olmuştu. Hiç çirkin güzeli perdeleyebilir miydi? Hayır güzelin anası gönle aktıysa perdelenemezdi. Araya fersahlar girse Yakub'un gönlü Yusuf'un manasına bakabilirdi. Ayrılık mukadderdi, kederden gözler kör de olsa
sabr-ı cemil gerekiyordu. Yusuf’u kurban verdi Yakub, Rabbine “en çok Sen!”
dedi muhabbetle…
Musa da ayrılıkla sınandı. Önce anne babasından koparıldı.
Sonra yetişip büyüdüğü saraydan. Kendisine sahip çıkan öz annesi bildiği
Asiye’den ayrıldı. Kardeşim dediği Firavun’dan sonsuz bir kopuşla koptu Musa.
Medyen’de kurduğu yuvasından ikinci bir kopuşla kopup gitti Musa. Özlediği
diyara girdi fakat, ayrılık yine mukadderdi. Çölde kırk yıl bekleyen kavminden
güzeller güzeli şehrini Kudüs’ü de göremeden ayrıldı, koptu gitti Sina’nın
yamacından. Hiç kavuştu mu bilinmez Musa, hep ayrılıktı onun öyküsü. Musa da
her şeyden ayrıldı, Rabbinden hiç ayrılmadı, cesurdu Musa, kesiveriyordu gayr
ile alakasını birden, her şey fedaydı Rabbe. Akıldı Musa, akla kesip atmak zor değildi. Kardeşi Harun gibi merhamet değildi onun adı, ayıramamıştı Harun kavmiyle arasını, kıyamamıştı, cebredememişti, karşı koyamamıştı yaptıklarına. İzin vermişti kavminin ruhunu Musa'nın saçını sakalını çekiştirmesine. Merhamet ayırmazdı.
Meryem evinden ayrıldı doğar doğmaz. Mübarek anasından,
babasından. Ve mabedde ayrıydı herkesten. Tek kadındı orada. Ve meleğin
ziyaretinden sonra, daha çok koptu insanlardan ayrılıp çekildi güneşin doğduğu
yere, utançla, kaygıyla. Tek Rabbinden utanmadı, Rabbinden kaygı duymadı
Meryem. Ona güveni vardı. Sustu, kendini Rabbin ellerine bıraktı.Ve yetiştirip
büyüttüğü İsa’sını aldılar elinden. İsa sır oldu, gayb oldu. Koptu
havarilerinden, anneciğinden. Onun da tek mahbubu
vardı Rabbi. Havariler de yitirdiler
reislerini, uğruna kendilerini feda ettikleri nebilerini. Onlar da kopup giden
bir ümmet oldular, dağıldılar dört bir yana. Savruldular İsa’nın ardından arzın
etrafına, çok geçmedi İncillerinden, Müjdelerinden de ayrı düştüler Nasraniler.
Hayat onlar için de uzun bir ayrılık, bir kopuş
türküsü oldu.
Büyük hasret ilkin Adem babamızla Havva anamızla başladı.
Önce Rablerinden, sonra cennetlerinden, sonra birbirlerinden ayrı düştüler.
Uzun çileler çektiler ayrılığın elinden, önce Rablerini buldular, sonra
birbirlerini, sonra cennetlerini. Ayrılık onlarla alnımıza yazıldı.Ayrılık
sınamaydı. Ayrılık bedeldi. Ayrılık insanın kefaretiydi. İnsanın şiiri
ayrılıkla yazıldı. Hayatı ayrılık ipiyle dokundu. Ayrılık merhamet değilse de hikmetti. Ayrılmadan bilinemezdi. İnsanın nefsi, Rabbi.
Allah bu ipi neden böyle her şeyin içine katarak örmüştü ki
hayatı? Neydi ayrılığın işaret ettiği? Bizi sazlıktan koparan, canımızı acıtan,
bağrımıza bir kor olup oturan bu şey, bir lanet miydi? Bir günahın
tevarüsü müydü? Çok insan bunu böyle
zannetti. Ayrılığın acısına bir de cezalandırılmış olmanın, cehenneme gitmeden
rahmetten uzak olmanın acısı eklendi. Acı katlanılamazdı artık. Her şeyden ayrı
kalan insan Rabbinden de ayrı kaldı. İşaret bu olmamalıydı? Peki öyleyse neydi?
Allah son ve en
büyük ayetini gönderdi. İşaret oydu, anlam oydu, o hem mücmeldi , hem mufassaldı. Hem rahmetti, hem hikmetti. Her
şeyin manası onunla bilindi, ayrılığın da elbette. “Rasulullah aranızdadır”
ayetinin ihbarı kati idi. Ne ona ayrılık değdi, ne de onunla birlikte olanlara.
O yanımızdan hiç gitmedi. Bizi ayrılıklardan azad etti. Elimizi hiç bırakmadı.
Yunus’a “Yunus öldü deyu sala verirler, Ölen hayvan imiş aşıklar ölmez”
dedirten oydu. Elimize bir tılsım verdi. Önce bizi Rabbimize kavuşturdu, sonra
tüm sevdiklerimize. Tılsımı muhabbetti Muhammed-i Arabi’nin. Her müşkili çözen
tılsımdı muhabbetullah. Kırmızı ipin manası idi muhabbetullah. Ayrılığın sebebi
de neticesi de oydu. Rabb bizi kendine istiyordu.
Tevratta sözü edilen
kıskançlık bu olmalıydı. Bu yüzden kurban istiyordu, yaklaşmak, yaklaştırmak
için. Sınıyordu bizi “Benden başka ilahların olmayacak” emri ile. Her muhabbet
ilahlık testinden geçiyordu ayrılıkla.
Biz ayrılığa gönüllü isek, zaten ayrılığın hükmü kalmıyordu. Rüşdümüzü
isbat ediyorduk. “Hakikatte müminler en çok Allah’ı severler” ayeti üzerimize
kazınıyordu her ayrılığa razı oluşla.
Gökten bir koçla iniyordu Cibril-i Emin. Hem bize hem
sevdiklerimize emniyet getiriyordu. Muhammed-ül Emin, Cibril-i Emin, bizi emin
beldeye götürmeye gelmişlerdi. Tüm ayrılıkların bittiği vadiye, herkesin
toplandığı havuzun başına. Ne hoş bir gün olacaktı, Kavuşma Günü. Ne hoş
olacaktı ayrılığın susuzluğuyla kana kana içmek muhabbeti. Muhabbet, merhametle hikmetin özel bir karışımıydı. Sevdikçe hem biliyor hem merhamet ediyordu insan. Ayrılığın anası Allah'ı en çok sevdiğinizde zuhur ediyordu. Ayrılık yoktu, ayrılık vehimdi. Zira ayrılmaya kederlendiğimiz suretlerde sadece Ondan ayrılmak kederlendiriyordu bizi. Ve fark ediyorduk O suretlerde gördüğümüz olduğu gibi suretlerin yokluğunda da görünüyordu. Onu şeylerde ve la şeylerde görüyordu insanın gönlü. Gönül Onu nerede olursa olsun kokusundan tanıyor, hangi surete bürünürse bürünsün fark ediyordu.
Ona kavuşmak, her şeye kavuşmaktı. Zira her şey Ondandı, Ondaydı, Ona dönüyordu.
Mona İSLAM
Not: Tevrat Mısırdan Çıkış 34: “14. Başka ilahlara
tapmayacaksınız. Çünkü Ben adı Kıskanç Bir Rabbim,kıskanç bir Tanrıyım.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder